Öğr. Gör. Dr. Taner EROL

Öğr. Gör. Dr. Taner EROL

“Papa 14. Leo’nun Türkiye Ziyareti: Diplomasi, Dini Temsil ve Eşitlik Tartışması”

Türkiye, 27 Kasım 2025’te bir Papa’yı resmi davetli olarak ağırladı. Bu ziyaret, ilk yurt dışı seyahati olan Papa 14. Leo’nun Ankara, İstanbul ve İznik rotasında gerçekleşti. Aynı zamanda 1967’den bu yana ülkemize yapılan beşinci Papa ziyaretiydi: Paul VI (1967), John Paul II (1979), Benedict XVI (2006) ve Pope Francis (2014) ziyaretlerinden sonra 2025 ile 11 yıllık bir aradan sonra tekrar bir Papa ülkemize gelmiş oldu. Bu veriler, Papa ziyaretlerinin Türkiye açısından istisnai değil ama belirli aralıklarla tekrarlanan diplomatik-dini nitelikli temaslar olduğunu gösteriyor.

Resmî düzeyde büyük bir protokol işletildi: Papa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından resmî devlet statüsüyle kabul edildi; karşılama törenleri, devlet başkanı ve üst düzey yetkililerle görüşmeler, kültürel ve diplomatik konuşmalar bu protokolün parçasıydı. Özellikle Ankara’daki karşılamada “devlet başkanı” düzeyinde bir ağırlama gerçekleşti. Ancak protokol işledi diye mesele bitmiş olmuyor; asıl tartışma, ziyaretin ruhani, sembolik ve tarihî anlamları üzerinde yoğunlaştı.

Ziyaretin önemli ayaklarından biri, 1. İznik Konsili’nin 1700. yılına ithafen Papa’nın İznik’e gitmesiydi. Bu, yalnızca turistik veya kültürel bir ziyaret değil; Hristiyanlığın kurucu hafızasının bu topraklarda yeniden hatırlatılması anlamına gelen sembolik bir hamleydi. Yani Türkiye yalnızca diplomatik bir temasın mekânı değil; aynı zamanda “evrensel Hristiyanlık hafızasının” oluşturulmasına katkı sağlayacak bir programın içinde olmuş da oldu.

Türkiye’de Katolik nüfusun son derece düşük olduğu biliniyor. 2006 verilerine göre nüfusun yalnızca %0,04’ü, yani yaklaşık 32.000 kişi Katolik. Kiliseleri, papazları, misyoner yapılanmaları ve sosyal hizmet kurumları olsa da sayı bakımından belirgin bir azınlık. Bu nedenle, ziyaretin “küçük bir dini grubun ziyareti” değil; uluslararası diplomasi + dini temsil + sembolik hafıza yeniden inşası karışımı olduğu görülüyor. İşte bu üçlü yapı toplumsal düzeyde tartışmaları doğurdu.

Çünkü mesele sadece diplomasi değil: İnanç, kimlik, tarih bilinci ve toplumsal duyarlılık da işin içinde. İznik gibi sembolik değeri yüksek bir merkezde yapılan dini ritüeller, anmalar veya birlik mesajları, birçok kişi tarafından bir “ekümenik güç gösterisi” ya da “Hristiyanlığın ruhani yeniden canlandırılması” projesi olarak algılandı. Türkiye’nin inanç yapısı düşünüldüğünde bu tür sembolik hamleler toplumda endişe üretme potansiyeline sahip.

Bu noktada şu temel soru ortaya çıkıyor: Eğer Türkiye, Papa’yı hem devlet başkanı hem dini lider olarak ağırlayabiliyorsa, benzer bir karşılık başka ülkelerde Müslüman liderlere veriliyor mu? Laiklik, eşitlik ve adalet ilkelerinin gereği bu değil midir?

Bugün Müslümanların önemli merkezlerinden biri olan İspanya’yı düşünelim: Eğer Diyanet İşleri Başkanı, Endülüs mirası nedeniyle İspanya’ya resmi bir devlet davetiyle gelse, nasıl karşılanır? Ona dini lider kimliğiyle alan açılır mı? Toledo’da, Kurtuba’da veya Granada’da İslami sembollerle anma törenleri yapmasına izin verilir mi? Müslümanları temsil eden ilahiler okunur mu? Protokolde Hristiyan kadınlar Müslüman kıyafeti giyerek sembolik bir jest yapar mı?  Eğer bütün bunlar yapılabilir ve yapılırsa, işte o zaman gerçek bir protokol eşitliğinden söz edilebilir.

Fakat dünya uygulamalarına bakıldığında, bu tür bir eşitliğin çoğu zaman sağlanmadığı, hatta Müslüman temsilcilerin dini kimlikleriyle devlet protokolüne dâhil edilmediği görülüyor. Bu da Türkiye’deki Papa ziyareti tartışmalarında dillendirilen “çifte standart” algısını güçlendiriyor.

Sonuç olarak, Papa 14. Leo’nun 2025 ziyareti devlet açısından diplomatik bir gereklilik olarak sunulmuş olabilir; evet, protokol resmîdir, yasaldır, kurallara uygundur. Ancak olay yalnızca diplomatik bir karşılamadan ibaret değildir. Ziyaret aynı zamanda bir güç gösterisi, sembolik hafıza inşası ve dini temsil hamlesi niteliği taşımaktadır. Türkiye’nin inanç yapısı, tarihsel hafızası ve çoğunluğun hassasiyetleri dikkate alınarak bu tür ziyaretler çok daha dikkatle ele alınmalıdır. Aksi hâlde “diyalog” ve “barış” gibi kavramlar, pratikte kültürel ve dini güç mücadelesinin örtüsü hâline gelebilir.

Ve en temel soru hâlâ ortada durmaktadır: Papa Türkiye’de devlet başkanı gibi geldi ama yalnızca devlet başkanı gibi değil, aynı zamanda bir din adamı olarak da ağırlandı. Peki aynı hak, aynı saygı ve aynı dini temsil fırsatı, dünyanın başka yerlerinde Müslüman liderlere, yöneticilere ve din adamlarına tanınıyor mu? Tanınmıyorsa, ortada nasıl bir eşitlikten söz edilebilir?

Önceki ve Sonraki Yazılar