Ahmet ÇİÇEK
VIII – Rize'nin Medeniyet Meyveleri
1. Halk Müziği ve Dansları
Karadeniz müziğinin geçmişi çok kadim zamanlara dayanmaktadır. Kolkhislerden günümüze değin ulaşan süreç içinde birçok kültürden ve medeniyetten etkilenerek çeşitlilik kazanmıştır. Karadeniz müziği, temelde insan sesine dayanır. Sözlü edebiyatın yaygın olduğu bölgede atma türkü ve karşı beri atma türküler çok meşhurdur. Kız-erkek, kadın-kız, baba-evlât, gelin-kaynana, gelin-kayınbaba, karı-koca gibi taraflar arasında söylenen ve genelde mizahi bir üslup kullanılan atma türküler hem müzikal açıdan hem de tiyatral açıdan değer kazanır.
Karadeniz müziğinde insan sesine eşlik eden geleneksel çalgılar kemençe ve tulumdur. Tulum Rize'nin doğusunda, kemençe batısında daha çok tercih edilir. Daha çok oğlak derisinden yapılan tulum ekseriyetle dağ köylerinde, kemençe ise sahil bölgelerinde yaygındır. Lazlar müziğe "kaide", tuluma “guda”, kemençeye “çemane” derler.
Türkülerin çoğu sevda konuludur. Erkeklerin balıkçılık ve gurbet hayatı sebebiyle hasrete düşmeleri önemli bir ilham kaynağıdır. Kız kaçırma vakaları da türkülerin ham maddelerindendir.
Karadeniz insanı için horon tutkusu hastalık derecesindedir. Lazcada "tamblis moklimeri iğoronams" (Çalıya tutup oynar) deyimi bu hastalığın şiddetini tarif eder sanırım.
Karadeniz halk dansı horon Laz ve Trabzon horonlarından oluşur. Başlıca farklar; Laz-Hemşin horonu yavaş, sözlü iştiraklı ve tulumlu oluşu, Trabzon horonu ise hızlı, omuz silkme figürlü ve kemençeli oluşudur.
Karadeniz müziği deyince "destanlar"ı da unutmamak gerekir. Dünden bugüne dilden dile aktarılan, anonimleşen destanlar her fırsatta canlandırılır. Her köyün en az bir destancısı olur. Bazen enstrüman eşliğinde, çoğunlukla da sade okunur. Toplumu etkilemiş olaylar konusunda yapılmış destanlar uzun süre akılda kalır. Eskiden özel toplantılarda veya sohbetlerde destanlar okunurdu. Bu okunuşlar, bu olayları hatırlamaya vesile olurdu.
Bir diğer müzikal ise Lazların saymaca (Okersğu) dedikleri ağıtlardır. Ağıtlarda ölenin ardından iyiliklerinden, yaşadıklarından gelişigüzel sesli olarak bahsedilirdi. Ağıt yakmayı kadınlar yapardı ki halen gelenek aynen devam eder.
Fakat ne acıdır ki; Rize bölgesinde yazılı edebiyat çok yaygın olmadığı için akılda kalanların dışında, kayıt altına alınmamış olan nice türkü, destan, atasözü, bilmeceler ve maniler kaybolup gitmiştir.
2. Doğum ve Düğün Adetleri:
Çocuk, Rize geleneklerinde ailenin olmazsa olmazı gibiydi. Evliliğin daha ilk devrelerinde dahi gelinin hamile kalması istenirdi. Hamile kalınması için okutma dâhil her türlü çareye başvurulurdu. Eğer her şeye rağmen çocuk sahibi olunamazsa, anlaşılarak ya boşatılır, ya da üzerine kuma alınırdı.
Doğum zamanı köy ebesi çağrılırdı. Bebeğin göbek bağını (çiıpa) ebesi veya iyi huylu birisinin kesmesi istenirdi. İlk doğan çocuğun erkek olması tercih edilirdi ve genelde aile büyüklerinin ismi verilirdi. Çocuk kısa bir süre kundakta kalır. Sonra beşiğe alınırdı. Nazar almasın diye çocuk uzun süre yabancılara gösterilmezdi, gösterileceğinde de yüzüne kara sürülürdü. Anne sütü olduğu müddetçe emzirilir. Sütten kesildikten sonra inek sütü verilirdi. Anne sütü yoksa sütanne aranırdı. Yakın çevreden herkes çocuğu emzirir ona sütanne olurdu. Sütannelik yaygın bir uygulama olup yer yer hala devam etmektedir.
Doğumdan sonra kızın annesi tarafından ilk çocuk için “peşuk alayı” yapılırdı. Çocuk kız ise kırmızı, erkek ise mavi beşik hediye edilirdi. Alaya katılanlar eşya ve hediye verirlerdi. Kundağa konulmuş paralar ise çocuğu yıkayan ebeye hediye edilirdi. Ebeler çoğu zaman bu parayı almaz çocuğa bırakırdı.
Evlilikler, tercihen yakın çevreden yapılır, yakın çevrede uygun kız yoksa dışarı çıkılırdı. Gelinlik; komşu, akraba ve aile büyüklerince yapılırdı. Beşik kertme vardı. Ancak bu zorlayıcı olmayıp, çocuklar büyüyünce evlenme zorunluluğu taşımazlardı.
Kız isteme olayının da belli kuralları vardı. İsteme olmadan evvel kızın ailedeki bekâr en büyük kız olup olmadığına bakılır, eğer bekâr ablası varsa istenmezdi ya da sırası beklenirdi. Kızın bir başkasına sevdalı olup olmadığı elçiler tarafından araştırılır, eğer bir mani yoksa isteme işi için elçi denilen insanlar devreye girerdi. Kız istenmeye gidilirken karşı taraf haberdar edilir, hazırlıklı olmaları sağlanırdı. Erkek tarafı karşılanır, ağırlanırdı. Kız tarafı kendini naza çeker, hayli mücadele sonunda istekler sıralanır, kabul edilince de kız verilirdi. Kız tarafı erkek tarafının karşılayabileceği kadar başlık parası isterdi. Bu para yine kıza harcanırdı. Ayrıca kıza alınacak eşya ve altın tespit edilirdi. Kızın sözünün alınması üzerine erkek tarafı havaya kurşun sıkarak kız istemenin başarıyla sonuçlandığını duyurmuş olurdu. Peşinden yemek yenir, düğün günü belirlenir, ayrıntılar konuşulurdu. Düğüne davet için davetlilere “lokum” adı verilen kurabiyeler gönderilirdi.
Takılardan genellikle çok eskiden dilme fes, beşli, daha sonraları zincir, bilezik, küpe, yüzük, saat, alyans, iğne gibi altın eşyalar alınırdı. Daha sonra söz verilen giyim kuşam ve yerleşimle ilgili diğer eşyalar alınırdı. Buna “elbise kesmek” denir.
Alınan eşyalar önce kız evine gönderilir, kızın kendi hazırladığı eşyalarla birlikte sergilenirdi. Bu olaya "bohça açıldı" denirdi. Perşembe'den Cumartesiye kadar açık kalır isteyen gelir bakardı.
Eşyalar evden çıkarken, kızın erkek kardeşi ya da bir yakını kapının önünü kapatır, kapı erkek tarafının bir miktar para vermesiyle açılırdı. Cumartesi erkek evine getirilen eşyalar kız tarafınca yerleştirilirdi. Kına gecesi Cumartesi olup her iki tarafta da yapılırdı. Bu geceye yakın akrabalar koç getirdiklerinden “koç akşamı” da denirdi. Yine düğünden önce kız, oğlan evine; oğlan da kız evine bohçalar gönderir. Misafirler horon eder, oynar, toplu halde kurşun sıkılırdı. O gecede geline kına yakılır. Erkek tarafı kına gecesinde şeker, fındık türü yiyecekler gönderirdi. Pazar sabahı erkek tarafı kalabalık bir halde kızı almaya giderdi. "Duğunci" denen bu grup yol boyunca sık sık silah sıkardı. Bunu duyan kız tarafı da karşılık verirdi.
Gelini evden genellikte damadın babası veya ağabeyi çıkarırdı. Bu arada kapı önü yine kesilir, bahşiş istenirdi. Yol boyunca yer yer yol kesilir, para dağıtılırdı. Gelin evden çıkarken kurşun sesleri sıklaşırdı. Gelin, yol yakınsa yaya; uzaksa at ile getirilirdi. Gelinin evinden gelenlere ikram edilen lokumu damada ulaştıran ödüllendirilirdi. Bu kimseye "müjdeci" denirdi. Müjdeciye ya para ya da bir tepsi baklava verilirdi. Kız ve erkek tarafı birlikte kurşun ata ata gelinle birlikte erkek evine gelirdi. Bu gruba "alay" denirdi. Kız eve girmeden önce tatlı dilli olsun diye, elini bala tutturup sağ parmaklarıyla kapının başına sürerlerdi. Zengin olsun diye başına bez koyup para dökerlerdi. Kız tarafından birileri gelini içeri sokmaz. Bir şeyler isterdi. Buna "kapılık istemek" derlerdi. Düğün günü gelin alayı oğlan evine geldiğinde, damat alayı karşılar, gelinin üstüne para ve çerez serper. Bu arada karşılama esnasında silahlar atılır.
Gelin odasına götürülür, oturtulur, yanında genellikle ablası veya yengesi bulunurdu. Düğün akşama kadar devam ederdi. Bu arada horonlar oynanırdı. Horonlar genellikle erkek erkeğe, kadın kadına oynanırdı. Erkekler kızlar bir arda oynadığında kadınlar veya kızların kollarına ancak yakınları girebilirdi. Çoğu kez şairler atma türkülerle horona ayrı bir renk katarlardı. Bu arada erkek anaları da boş durmaz, oğullarına kız bakarlardı.
Düğün yemeğini pişiren "dondarcı" kadınlar ve yakın komşuların yardımıyla misafirlere yemek verilirdi. Bu arada bazıları bahşiş almak için yemeği engellerdi. Buna "sofra bağlama" denirdi. Hava kararamadan düğün alayı dağılır fakat kız tarafından bir kaç kişi bir müddet daha beklerdi. Gerdeğe girilmeden eğer önce kıyılmadıysa "hoca nikâhı" yapılırdı. Ardından ev gelin ve damada bırakılırdı. Pazartesi günü gelin erken kalkar ve ev işlerine koşulurdu. Uğursuzluk getirmesin diye geline bir hafta süpürge tutturulmazdı.
Düğün sonrası gün kız ve erkek tarafının birbirine bohça içersinde hediye verdiği gündü. Bu olaya "bohça çıktı" denirdi. Düğünden bir hafta sonra gelin ve damat kızın baba evine giderlerdi. "Yedi" denen bu ziyaret esnasında damada ağır şakalar yapılırdı. Bu şakalardan korunmak için damadın yanında korumaları olurdu. Damat sofraya oturduğunda sofra arkadaşları tarafından bağlanır. Kaynana sofranın açılması ve damadın yemek yemesi için bahşiş verirdi. Buna “enişte bağlama” denirdi. Yediden birkaç gün sonra da kız tarafı erkek tarafınca davet edilirdi.
Bazen kız isteme sonuçsuz kaldığında ya da aileler arasında sorunlar olduğunda kız kaçırma olayları da gerçekleşirdi ki bu, bölgede oldukça sık rastlanan bir durumdu. Eğer kız kaçırmada karşılıklı bir rıza var ise aileler bunu çok sorun etmez, kısa süre sonra örtbas edilirdi.