KAZMA İLE TIRAŞ OLMAK


Eskiler tanım kelimesini şöyle tanımlar: “Efradını cami, ağyarına mani” olmalıdır. Konuşulması gerekenlerin hepsinin konuşacaksın, konuşulmaması gerekenlerin hiçbirini konuşmayacaksın, demektir.
 Bunu biz eğitime uyarlayamadık. Bir gencin yapabileceklerinin hepsini yaptıramadık. Yapamayacağı şeylerin hepsini de yaptırmak için savaştık. Eğitim, bireyin yeteneklerini keşfederek terakki etmesini sağlamaktı, anlayamadık. Eğitimi milli bir hedef yapmaya çalışırken, milli bir sorun haline getirdik. Post modern yönetim teorisyenlerinin “çekirdek maharetlerde yoğunlaşmak” tezini hiç göremedik. Herkesten aynı şeyleri yapmasını bekledik. Yapamayınca da eleştirdik.
Bu milli bir mesele haline gelmiştir. Bu ilkel yaklaşıma Türkiye olarak çabuk ayak uydurduk. Öğrencinin başarısını sayısal ve sözeli fullemek zannettik. Okul müdürünün başarısını öğrencisinin sayısal ve sözeli fullemesiyle ölçtük. İlçe ve il müdürünün başarısını da hakeza aynı ölçtük. Sömürülmek için dil öğrenme savaşı verdik. Her yıl 5 bin İngilizce öğretmeni yetiştirdik. Hızımızı alamadık matematiği de İngilizce olarak öğrenmeyi çağdaşlık kabul ettik. “İlim tahsili için dil şarttır” sözünü biz “ilim öğretmek için dil şarttır” olarak algıladık. Amerika sadece belli kişilere Türkçeyi öğreterek bizi sömürmenin yolunu bulurken, biz; taşradaki doyuramadığımız çocuklara İngilizce öğrenemediği için saf muamelesi yaparak eğitimde zirve olacağımızı zannettik. “Her çocuktan her dersi tam öğrenmesini beklemek insanın doğasına aykırıdır” dedik. Sonra da, Sosyal Bilgiler sınavının tüm sorularını yapamayanı Fen Lisesine almadık. Fen dersinin iyi bilmeyenleri de Sosyal Bilimler lisesine yaklaştırmadık.
 Sonra ne mi oldu?
 Bilim adamlarının dediğine göre; başarısız ve yeteneksiz sayısı nüfusun %2 sini aşmaması gerekirken, %90 başarısız bir nesil yetiştirdik. Kişiyi mahareti alanında eğitmeyerek başarısızlığı kendimiz oluşturduk. Acıdır ki; bu %90 lık gurubu her fırsatta eleştirdik. Hiçbir fabrika ürettiği ürünü eleştirmezken, biz öğrencimizi eleştirmeyi eğitimcilik zannettik. Her bireyi yeteneği alanında eğitemediğimizin hesabını da kimse sormayınca hep doğru yaptığımızı zannetmeye de devam ettik. Kazma ile jileti karıştırdık. Her jiletin tarla kazması gerektiğini, her kazmanın da tıraş etmesi gerektiğini zannettik.
 Bu hatalar bizi nereye mi götürdü?
 Mutsuz bir neslimiz oldu.
 İşsiz ve maharetleri silinmiş bir gençlik oluşturduk.
 Bu gençlik; zararlı ürünlerle ve zararlı mekânlarda eğlenerek, spor müsabakalarında olay çıkararak, akşamları geç saatlere kadar caddelerde eğlenerek hayata tutunmaya çalışmaya başladılar. İsyankâr oldular. Kural tanımaz oldular. Aykırılıklarla varlıklarını ispat etmeye çalıştılar.
 Kimsesiz ve kontrolsüz bir nesil yetiştirdik. Derslerde kendini ispat etmesine izin veremediğimiz kişilerin caddelerde kendilerini ispat etme savaşlarını ahlaksızlıkla suçlama gafletine gömüldük. “Tinerci” dedik, “sokak çocuğu” dedik. Artık onlardan sakınmak gerektiğini nasihat etmeye başladık. Oysa onları avuçlarımızda büyüttük. Yanlış eğitim metodunun yanlış insanlar yetiştireceğini hesaba katmama günahı işledik.
 Bilinmelidir ki; bir yolunu bulup mutlu edemediğiniz kişiler, bir yolunu bulur ve bir gün sizi mutsuz etmesini becerir. Bugün bu mutsuzluğu iliklerimize kadar yaşamaktayız. Ne acıdır ki; bu durumun sorumlusu olduğumuz halde başkalarını suçlamayı da eğitimcilik olarak anlama gafletindeyiz.
 Peki çözüm nedir o zaman?
1. Eğitim sisteminin hataları düzeltilmeli. Çekirdek yeteneklere önem vererek hangi alanda başarılıysa insanı o alanda yetiştirmenin bir yolunu bulmalıyız. Herkesten her şeyi öğrenmesini beklememeliyiz. Öğrenebileceklerini öğreterek insanların başarıyı tatmaları ve mutlu olmaları bir türlü sağlanmalı.
2. Meşru eğlence alanlarını kendimiz inşa etmeliyiz. Gençlik merkezleri tüm gençliğe hitap edecek donanımda olmalıdır. Spor ile vücut ve beyin ferahlığı alışkanlık halini almalıdır. Sporun dışındaki eğlence mekânları oluşturulmalıdır. Akşamları caddelerde ve geçit altlarındaki muhabbet alanları meşru tesislere taşınmalı.
3. Ortak alanlarda düşünme ve yorulma imkânı sağlanmalı. Vücut hareketleriyle ve düşünerek yorulmayanlar, muhakkak çevresini yorgun düşürürler.
Hocanın biri bayanlara vaaz eder, cennette her istediğimize ulaşabileceğimizden, cennetlik kulların isteklerini Allah’ın geri çevirmeyeceğinden söz ederken bir hanım şu soruyu sorar: “Hocam orda alışveriş merkezleri de var mı? İstediğimizi alabilecek miyiz?”
Dinleyen anlamadıktan sonra!..
Önceki ve Sonraki Yazılar