Ahmet ÇİÇEK
Soykırım İddialarına En Güzel Cevap Milli Arşiv Kanunudur
Devletler kuruluş temellerini, ya kahramanlıklara ya da acılara dayandırırlar. Ermenilerin 100 yıldır Sözde Ermeni Soykırımını ulusal ve uluslararası platformlarda ısrarla gündemde tutmak istemelerinin temelinde millet olma bilincini bu merkeze bağlamaları vardır, kanaatindeyim.
Ermeniler, yüzyıllar boyunca bu topraklarda millet-i sadıka olarak tanınmış ve takdir edilmişlerdi. Osmanlı toplumunda esnaf, tüccar, zanaatkâr ve sanatkârlar olarak pek çok Ermeni bu topraklarda itibar görmüş, zenginlik bulmuş, huzur içinde yaşamıştır.
Fakat kirli eller 19.yy başlarından itibaren bu dostluğu bozmak için devreye girdi ve özellikle 93 Harbi sonrasında netice alınmaya başlandı. Ayestefanos Antlaşmasında Ermenilere dair maddeler, bu işte başta Rusya gibi dış kaynakların elini açığa çıkarmış oldu. Derken suikast teşebbüsleri, ihtilal komiteleri ile kaos ve isyan odağı haline geldiler.
Hele Cihan Harbi esnasında Rusya ile ittifak halinde olan Ermeniler, Osmanlı Ermenilerini bağımsızlık havasına sokmak maksadıyla toplumsal düzeni bozmaya yeltenince Osmanlı Hükümeti de tedbir maksatlı olarak o dönemde savaş dışı bölge olan ve yine bir Osmanlı toprağı olan Suriye bölgesine zorunlu göç kararı aldı. Aslında Suriye bölgesi de Osmanlı için tehditti. Çünkü daha birkaç yıl evvel Adana'da 1909'da büyük bir isyan çıkarmışlardı.
Acıları yarıştırmak doğru bir yol değil ama hatırlatmakta fayda var: Balkan Savaşları döneminden itibaren Balkan coğrafyasında da benzer durumlar Türkler için gerçekleşmiştir. Türkler yüzyıllardır yaşadıkları toprakları terk edip elde kalan yurtlarına göçmek zorunda kalmışlardır.
Bir vakit sadık millet olarak bildiği bir milleti kara günlerinde dost olarak yanında görmek isterdi Osmanlı. Göremedi, dahası kara gün fırsatçısı olarak karşısında buldu. Bu çok talihsiz bir durumdu. Fakat hal böyle oldu diye, soykırım yapacak değildi. Evet çeşitli tedbirler alındı, alınmalıydı da ama bu tedbir asla ve asla soykırım olmadı. O dönem Osmanlı kendi bütünlüğünü sağlamak ve varlığını devam ettirme konusunda dahi bir garanti görmüyorken, o dönemde yedi düvel ile Çanakkale'de cebelleşiyorken böyle bir iddia gülünç olur. Ermeniler hal ve politikalarıyla soykırıma sebepler ortaya koysa dahi Osmanlı böyle bir garabete imza atmaz. Çünkü onun tarihi kodlarında soykırım örneği yoktur. Bilakis, kendi varlığını tehlikeye sokma pahasına mağduriyet yaşayan Yahudiler gibi, Macarlar gibi, Lehliler gibi din ve ırk farkı gözetmeksizin herkese kucak açtığına dair, onların hakları için savaştığına dair örnekler pek çoktur. Tarih bu türden vesikalarla doludur.
Vesikalar demişken, ortada bir iddia varsa bu iddia belgelerle kanıtlanır ya da çürütülür. Ki bu mevzuda en basit, en küçük belgelere varıncaya kadar sayısız kaynaklar arşivlerimizde duruyor. İddia eden taraf ispatla mükelleftir. Fakat, Euoronews televizyonuna röportaj veren Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, kendi toplumlarının baskısı altında tarihçilerin objektif olamayacağını öne sürerek bizim Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın; "Bu işi arşivlere ve tarihçilere bırakalım" tezine karşı çıkıyor.
Siyaset açısından meselenin aslında ne olduğundan ziyade o meseleden elde edilen menfaatler önemlidir. Bu açıdan Sarkisyan’ın karşı çıkması doğal ve anlaşılırdır. Fakat bizler zengin arşivlerimizi ön plana çıkartmalı, ithamda bulunanları ispata mecbur bırakmalıyız. Dahası yeri gelmişken Dünyanın gündemini belirleyebilecek nitelikte ve zenginlikteki arşivlerimizi kısıtlı mevzuat duvarlarından kurtarıp kendi kurumsal teşkilat kanununa derhal kavuşturmalıyız. Sahip olduğu misyona uygun kendi vizyonunu belirleyebilmeli, Cumhurbaşkanlığına bağlı denetim ve organizasyon yetkisine sahip milli bir kurum olarak itham ve iddialara karşı etkin rol alabilmelidir.
Belli olayların yıl ya da yüzyıl dönümleri sebebiyle hatırlanan değil, sahip olduğu hazinesiyle 2023'e hazırlanan Yeni Türkiye'nin köklerini derinleştirmelidir.
Ve böyle olursa soykırım iddialarına en güzel cevap Milli Arşiv Kanunu olacaktır.