'Tababet-i Ruhiye Edebiyatı: Deli, Doktor ve Sanatçı'

'Tababet-i Ruhiye Edebiyatı: Deli, Doktor ve Sanatçı'

Samsun Üniversitesi Düşünce ve Sanat Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSAM), Öteki Buluşmalar 2020 Güz Dönemi kapsamında Büşra Nur Topal’ın moderatörlüğünde Doç. Dr. Fatih Artvinli’yi ağırladı.


Online bir platform üzerinden gerçekleştirilen programda “Tababet-i Ruhiye Edebiyatı: Deli, Doktor ve Sanatçı” başlığı altında Artvinli, tımarhane edebiyatı diye bir tür olup olmadığı, bu türün kaynaklarının neler olabileceği, hangi sanatçıların, eserlerin, dergilerin bu türe dâhil edilebileceği gibi sorunlar üzerine eğilerek sözlü ve yazılı içeriklerle zenginleştirdiği sunumunu izleyenlerin dikkatine sundu.
Doğrudan edebiyat eksenli bir sunumdan veyahut derli toplu bir tezden ziyade bir süredir edebiyat ve delilik malzemelerinin kendilerine ne söylediğiyle ilgili soruların zihninde yer ettiğini ifade ederek sözlerine başlayan Artvinli, “Bu malzeme nasıl kullanılır? Tımarhanede edebiyat veya tımarhanede sanat deyince neyi anlıyoruz? Böyle bir tür gerçekten var mıdır? Ya da varsa da biz bunun izlerini nerede bulabilir, nelerden veyahut nasıl ayırabiliriz? Bu soruların temelinde yatan, bir akıl hastanesinin 19. yüzyıldaki tarihini araştırmak üzere başlamamdı. Bahsettiğim kurum olan Toptaşı Bimarhanes? daha sonra Bakırköy'e taşınıyor ve Bakırköy’de de sağlık memuru olarak çalıştığım dönemde ister istemez daha çok Bakırköy tarihi üzerine de düşünüyordum. Çünkü Toptaşı sonuçta Bakırköy'de yaşamaya devam eden bir kurum. Ama orada sözlü tarihler, hasta dosyaları, personelin eski günleri anlatmasının yanı sıra başka bir şey daha vardı. Her şeyden evvel ne personel ne de doktorlar, hemşireler için orada olmanın ötesinde ıstıraplarını dindirmek için gelenlerin, günlerce, haftalarca birbirinden çok farklı ruhsallıklar yaşadıkları apayrı bir dünya Bakırköy. O dünyanın içerisinde ancak bazı şeylerin dile geldiğini, bir kısmının ise gerçekten hiç gün ışığına çıkmadığını veya seslendirilmediğini görmek beni etkilemişti” dedi.

Çalıştığı servisten örnekler sunarak konuşmasını sürdüren Artvinli, “Bizim çalıştığımız psikoz servisindeki arkadaşların çoğunun kitabı vardı. Melih Özeren, Ahmet Coşkun, bizden önce Erdoğan Özmen, Şahap Erkoç… Sonra gelen genç arkadaşlar, şairler var. Yani serviste bir dergicilik geleneği, bir kitap yazma geleneği söz konusu. Böylesi bir serviste, hastaların kendi seslerinin yer aldığı dosyaları da okuma imkânı oluyordu. Tabii, burada hasta dosyası deyince o klasik tıbbi, bedensel hasta dosyalarından farklı bir anamnez, bir öykü alma biçimi var. Bir kişinin hastalığına dair teşhise varabilmek için hastanın kendisini anlattığı duruma İngilizcedeki ‘story taking’, Latincede ‘anamnez’, Türkçede ise ‘hastanın öyküsünü alma’ denir. Hastanın öyküsünü kimin aldığına bakarsak; öyküyü asistan, uzman veya hemşire kurgulayarak dosyaya yazıyor. Örneğin hasta bu sabah böyle dedi, şöyle bir kaybı var, başına şu gelmiş, şununla ilişkili sorunları var... Tabii ki insanlıkla ilgili problemi anlatabilmek için var olan dünyaya dair çevresinde çok ayrıntılı hikâyeler kaydediliyor” diye konuştu.
Özellikle 60'lı, 70'li yıllardaki hasta dosyalarına bakıldığında, edebiyat eleştirmenlerinin çok katmanlı yapı dediği kavramı, teorik olmayan bir boyutuyla, fiziksel olarak gördüğünü anlatan Fatih Artvinli, “Belki dosya 30 yıllık ama hastanın da belki 80 defa yatışı var ama her seferinde o öykü yeni baştan anlatılıyor. Fakat kaydedenler değişiyor, kaydedenler öyküyü giderek daraltıyor ve artık neredeyse yalnızca psikiyatri tarihini o dosya üzerinden okuyabiliyoruz. Yani 74 yılında ilk yatışı olan bir kişinin 2004 yılındaki anamnez öyküsü ilk baştaki gibi artık alınmıyor. Ama siz bugünden geriye doğru eşelemeye başladığınızda karşınızda olan koskoca bir ömür. Gerçek nedeni ancak ilk yatışlarında görebiliyoruz. Yani sonraki gelen 25 yıl boyunca sadece tedavinin devam ettiğini görebiliyorsunuz. Buradan aklıma şöyle bir şey geldi: Tımarhaneye, akıl hastanesine veyahut bir psikiyatri hastanesine nasıl oldu da edebiyatın varlığı yansıdı? Sorulması gerekenlerden bir tanesi bu. Yani toplum nasıl oldu da psikiyatrinin tanımlamaları ile hastanenin kavramlarıyla yüz yüze geldi? Bunları nasıl içselleştirdi ve nasıl kullandı?”
Bu sorular etrafında konuşmasını sürdürürken kaynak metinlerle konuşmasını zenginleştiren Artvinli şöyle devam etti: “Örneğin, bugün Artvin'in bir dağ köyünde bir kişinin panik atak teşhisi alması... Nasıl oluyor da 100 yıl gibi kısa bir sürede, tıbbın içerisinden ayrılıp gelişen ayrı bir disiplinin kavramsallaşmaları bu kadar hızlı toplumsallaşıyor?”
Bu noktada kurumun dışarıdan nasıl göründüğüne odaklanmak yerine kurumu, kurum altında yazılanlardan okumayı teklif eden Artvinli, konuşmasını şu cümlelerle tamamladı: “Şunu fark ettim ki bu tür kapatılma kurumlarında asıl kıymetli olan kurumun içerisinden nasıl göründüğüydü. Bu problem hapishane edebiyatına mı benzetiyor acaba diye mütereddit olmama neden oldu. Türkiye’de nitelikli edebiyatın bir kısmının hapishanelerde üretildiğini düşünüyoruz. Tımarhane edebiyatında esas benim ilgimi çeken ise kurum çatısı altından çıkan metinler oldu. Dışarıdan değil, bizzat içeriden yazılan metinler.”
“Tababet-i Ruhiye Edebiyatı: Deli, Doktor ve Sanatçı” başlıklı konuşma, dinleyenlerin aktif katılımı, soru ve katkılarıyla sona erdi.


HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.