Yasemin ÖZÇELİK
Öldürülen Tüm Kadınlar Yolluydu (!)
Bu kervana yollu(!) bir kadın daha eklendi. Zavallı(!) adam karısının kendisini hem aldatmasına hem de jiletlemesine dayanamadı ve kendini savunurken başına vurup sözüm ona “hayat arkadaşını” öldürdü…
Biz bu hikayeleri hep aynı çürümüş zihinlerden, hep aynı kokuşmuş ağızlardan duyuyoruz. Tek doğru ve ortak kısımları “ölüm sebepleri”. Hikayenin şablonu hep aynı; maktulün adı bazen Emine, bazen Hatice, bazen Nevriye… Bu kez Özlem. Kocasını aldattı, kocası da öldürdü… Ardından o kocayı aklamak için cinayete kurban gitmesi yetmiyormuş gibi kadını kara kazanda kaynatmak, katile de mor kravat hediye etmek insanlık için ne büyük hüsran.
Kadına yönelik şiddet engellenemiyor. Dünyanın her tarafında kadınlar erkek şiddetiyle ve cinsiyet temelli ayrıcalıkla mücadele ediyor. Gün geçmiyor ki bir kadın cinayeti ile uyanmayalım. Lanet olsun ki her seferinde uzaklaştırma almış bir erkek, sonrasında o kadının katili oluyor. Bizler birkaç gün isyan dolu sözler yazıp çiziyoruz ve içimiz soğuyor, ardından susuyoruz. Sustukça sıra bize biraz daha yaklaşıyor. Konuştukça ise doğrudan hedef oluyoruz.
Dün bir kadın daha öldürüldü ve sokaktaki erkeklerden aldığım ilk tepki "Hemen erkeği suçlar şekilde konuşmayın hele, bir sor bakayım o kadın ne etti." şeklinde oluyor. Erkek içer, gezer, aldatır, döver, öldürür ama siz o kadın ne etti diye sormaya kalkarsınız. Sormayın kardeşim, sormayın. Varın siz hiç kimseye bir şey sormayın. Hatta siz ve sizin gibiler hiç aile kurmayın, toplumun parçası olmayın. Kadının ne ettiğine gelince… Kulaktan dolma laflar ile sokak aralarında dedikodu yapacağınıza iyi dinleyin. O kadın ne mi etti? Sosyal yardımlaşmadan yemek alıp evini doyurdu, eşten dosttan çocuklarının küçülenlerini alıp kendi çocuklarına giydirdi. Temizliğe gitti, yevmiye karşılığı çaya gitti. İŞKUR’ dan işe girdi, kirasını ödedi, çocuğuna süt aldı ve sırf çocukları babasız kalmasın diye o lanet adamın kahrını çekti. O dövdü, kadın “kocamdır” deyip ailesine sarıldı. Aç bıraktı, “olsun çocuklarımın babasıdır” deyip sustu. “Gidersen çocuklarını göstermem, anneni ve kardeşini öldürürüm” diye tehdit etti, kadın yine sineye çekip oturdu. Hikayeler hep aynı, isimler farklıydı. Ölen hep kadındı, suçlanan hep kadın. Allah'ın verdiği o canı alması gereken Azrail’di. Kendini bilmez bir pislik değil.
Kadınlar suçluydu; evet, suçluyuz. Sustuğumuz için, sineye çektiğimiz için ve birlik olamadığımız için… Hatta böyle canavarların – tasvir edecek başka kelime bulamıyorum – peşine kaçtığımız, onları eş olarak seçtiğimiz için…
Bir sokak direğine tecavüz eden bir adamın(!) hikayesi vardı ya hani… Hani direk, etrafına çok ışık saçtığı için suçluydu. İşte kadının suçu da bu zekalara ışık saçmaktı. Onları kendi karanlıklarında kör bırakmamaktı. Kadınlar birlik olacağına birbirinin kuyusunu kazıyor. Çirkince eleştiriyor ve hemcinsini diğer canlı türü olan erkeğe karşı savunmasız bırakıyor. Bu erkekler tarafından öldürülen kadınlar için hep aynı serzenişe rastlıyoruz: “ Zaten öyle bir erkek ile beraber olması hataydı.” Peki, bu hatanın cezası ölmeyi hak etmek miydi? Herkesi insan sanmak, insanları sevmek, hayata bir ucundan sarılmak mı suç? Hem de ölüm cezalı…
Bu hikayenin çapsız katili alkolün, uyuşturucunun etkisi geçip de gerçek dünyaya kapı pencere açılınca “Beni aldattığını düşünüyordum. Kuruntu yapmış olabilirim. Olayın buraya varmasında alkolün etkisi oldu, pişmanım.” diyerek siz sokak aralarında bilip bilmeden kadınları suçlayanların yüzüne gerçeği tokat gibi vuruyor. Haydi, şimdi gerçeği konuşun. Kendinize yalandan da olsa bir sorun: Her şey mi kadınların suçu?
Ve bu sözü de unutmayın: Erkeklik dönüşmeden kadına yönelik şiddet sonlanamaz