Tuncer ERGÜVEN

Tuncer ERGÜVEN

ÇAY SEKTÖRÜNDE ÖZELLEŞTİRME BAŞLANGICI

 
                      
ÇAY ÜRETİCİLERİNİN İSTİSMAR EDİLMESİ VE GERÇEKLER

Özelleştirme İdaresi başkan yardımcısı bir beyanat verdi,herkes kükremeye başladı.Adam ne dedi.Adam Çaykurun satıyorum,özelleştirme kararı verdik ,ilana çıkıyoruz,gelin alın demediki.Kurulun elinde bir yasa var.O yasaya göre kuruluşun görevi devlete ait iktisadi varlıkları ,kamu iktisadi teşekkülleri bir program içinde hazırlık dönemine alıp yasal olarak özel müteşebbislere satmaktır.
1985 den günümüze kadar 12 Eylül hükümeti dahil tüm hükümetlerin plan ve programlarında Çaykur dahil tüm kuruluşlar yer alır.
Bu durum bugünde geçerlidir.Yani Çaykur için bir istisna yoktur.Ancak olsa olsa erteleme olur ki oda siyasal bir tercihtir.Fakat kalıcı değildir.Kalıcı olması için yasada değişiklik gerekir.
Ancak açıklamaya karşı bir hezeyan,tepkidir gidiyor.hatta birileri daha ileri giderek
M. Yilmaz ve T.Erdoğan nın özelleştirmeyi engellediğini söylemektedir.Özewlleştirme veya Çay sektörüne destek konusunda M.Yilmaz ve T.Erdoğanı ayni paralelde görmek yanlıştır.Bu yaklaşımda unutkanlık vardır,veya bilgisizlik vardır. Çıkarılan Özelleştirme kanunlarındaki kapsamda Çaykur yer almaktadır.M.Yilmaz ya bakan,ya Başbakan veya başbakan yardımcısıdır.Bu dönemlerde hazırlatılan özelleştirme çalışmaları kurum arşivlerinde mevcut iken Yasa ve hazırlık döneminde hiç yer almamış Sn.T.Erdoğan dönemini aynı paralele almak doğru değildir.Haksızlıktır.
ANCAK DEVLET TÜM KURUMLARINI ÖZELLEŞTİRİYORSA Kİ BU BİR GERÇEKTİR.
 O Halde yapılacak hazırlık ve uygulamanın Sn.T.Erdoğan döneminde yapılması çay üreticisinin menfaatine olacaktır.Eğer sonrasına kalırsa 5-10 yıl sonra çok kötü sonuçlar ile karşılaşmamız mutlaktır.
Bu nedenle Üreticiyi ve sanayicisini koruyacak yeni bir yapının Başbakan döneminde
Oluşturulmasını talep etmekteyim.
Okuyuculara ve düşünenlere yardımcı olmak amacıyla 1982 anayasasının çıkışından günümüze kadar yer alan özelleştirme aktörlerini ve katkılarını aşağıda göreceksiniz.
Özelleştirme kavramı ;
Ekonomimize dayatmalarla kabul ettirilen ve uygulamaya konulan bir iktisadi işlevdir.
 24 OCAK 1980 Kararları ile ekonomik hayatımıza giren 12 eylül Anayasası ile hukuksallaşan, 12 Eylül iktidarı ,ANAVATAN , DYP _CHP , ANAYOL ,REFAHYOL , 28 ŞUBAT YILMAZ VE ECEVİT HÜKÜMETLERİ VE AKP HÜKÜMETLERİNİN EKONOMİK POLİTİKALARINDAKİ EKONOMİK YOL HARİTASINDA YER ALAN VE KANUNLAŞTIRDIKLARI ,UYGULADIKLARI BİR İŞLEM OLMASINA RAĞMEN ÇAY ÜRETİCİLERİNDEN RİZE SİYAETİ GEREĞİ SÜREKLİ SAKLANMIŞTIR.
Globalleşme veya küreselleşme de bu amaca uygun dünya ekonomi projesidir ve amacı dünya ekonomisinin sermaye ve sermaye emrindeki sözde ulusal politikacılarla yönetimdir.
 
Dünya ekonomisine yön verenler için İlk ve esas olan tek amaç ABD ve AB ekonomileridir.
Nitekim kendi sorunları için 1969 yılında İngiliz hükümeti ve iktidarı .ilk uygulama yı IMF reçetesi ile 1969 da Şili ekonomisinde uygulanmıştır.Bu pilot uygulama Şili ekonomisini berbat ederken  elde edilen deneyim İngiliz ekonomisinde kullanılmıştır.
 
Özelleştirme kuramları 1979 da İngiliz muhafazakar partisi manifestosunda yer almıştır.1980 de ABD tarafından Regan döneminde dünyaya model olarak ihraç edilirken ABD de  hiç bir uygulama yapılmamıştır.
DAR ANLAMDA  ÖZELLEŞTİRME: MÜLKİYETİ VE YÖNETİMİ KAMUYA  AİT İKTİSADİ  ÜRETİM  BİRİMLERİNİN ÖZEL SEKTÖRE DEVRİDİR.
AMAÇLARI . SERBEST PİYASA EKONOMİSİNDEKİ BİREYİN EKONOMİK DAVRANIŞI VARSAYIMINA ,PİYASA MEKENİZMASININ SAĞLIKLI İŞLEYİŞİ VE KAYNAKLARIN RASYONEL KULLANIMI GEREKÇELERİNE DAYANIR.
BU İNANIŞA GÖRE SERBEST PİYASA KOŞULLARINA GÖRE BAĞIMSIZ ÇALIŞAN KİTLER TEKELCİ KONUMLARINA VE UYGULAMALARINA GÖRE YATIRIM VE FİYAT POLİTİKALARI İLE PİYASANIN OPTİMAL İŞLEYİŞİNİ ENGELEMEKTEDİRLER.
KİT LER KARLILIK VE VERİMLİLİK ANLAYIŞINDAN UZAK ÇALIŞARAK BÜTÇEDE BASKI OLUŞTURMAKTADIRLAR , HAZİNE KAYNAKLARININ OPTİMUM  DAĞILIŞINI  ENGELLERKEN , ÖZEL SEKTÖR GELİŞİMİNİ DE ENGELLEMEKTEDİRLER.
MAL VE EMEK PİYASALARINDA FİYAT VE ÜCRET BAKIMINDAN ÇARPIKLIKLARA SEBEP OLMAKTADIRLAR.
 
Dikkat edilirse buradaki amaçları da çalışan işçilerin ,üreten üreticilerin , tüketen tüketicilerin daha iyi yarınları değil sermaye ve yönetimin yarınlarıdır.
 
AB KONSEYİ PARLAMENTÖRLER MECLİSİ 1990 - 953 KARARI İLE ÖZELLEŞTİRMEYİ ,
 Verimliliği artırmak ,fiyatları düşürmek ,etkin kaynak kullanımını sağlamak ,devlet bütçesini küçültmek ,gelir sağlamak ,çalışanları azaltmak ,tekelci sendika gücünü kullanmak şekliyle üyelerine ve ekonomik işbirliği olan ülkelere dayatmayı ilke haline getirmiştir.
Bu yazı dizisinde çay sektöründe yaşanan örnekleri ile 1980 den günümüze serüvenini ve aktörlerini olaylarla açıklayamaya çalışacağım.
Ancak önce dünyadaki özelleştirme uygulamalarına ve sonuçlarına bir bakmakta yarar vardır.
 
1970 dünya ekonomik krizine çare  liberal politikalarla devletin ekonomide ki yerinin küçültülmesi olarak öne çıkarılmaktadır. 1980 den itibaren 60 dan fazla ülkede uygulanmıştır. Özelleştirme IMF ve dünya bankasının kredi verme koşullarından biri olurken piyasa ekonomisine göre düzenleme yapılmasına ve kamu girişimciliğinin daraltılması öne alınmıştır.
Ancak sonuç raporlarına göre 2008 ekonomik krizine kadar bu uygulamalar gelişmiş  ekonomilerde özellikle İngiltere’de başarılı olmuştur. Çünkü kamu varlıklarını tek başına özelleştirme ile başarı gelmemektedir.
Mülkiyeti transferi yani tekelleşmeyi önlemek ,rekabet sağlamak, kamu kaynaklarının liberal anlayışla fertlere tahsisi yapılarak fertlerin vergileri şahıslara transfer edilmemelidir, Özelleştirmenin yalnız bir el değiştirme gibi algılanarak yapılmış ise sonuç bizde olduğu ve çay sektöründe olacağı gibi hüsran olur.
 
EĞER özelleştirmeden önce bizde olduğu gibi piyasa reformları yapılmadan özelleştirme yapılırsa o sektördeki sonuçlar kesinlikle başarısız sonuçlar ortaya koymaktadır. Bu şekilde yapılan özelleştirme kamunun tüm millet adına kullandığı hak ve ayrıcalıkların şirketlere veya ayrıcalıklı fertlere transferi anlamına gelir ki bu durumda mevcut durumdan daha kötü sonuçlara sebep olur.
Bu nedenle İngiltere ve ispanya dışında başarısız olmuştur. Çünkü özelleştirme öncesi piyasa reformu ve regülasyon idarelerine ihtiyaç vardır .İşte İngiltere bununla başarılı olurken biz ve diğer ülkeler PİYASA REFORMU VE REGÜLASYON İŞLEVLERİNİN YAPILMAMASI nedeniyle  başarısız olmuştur.
Bunun en büyük sebebi  ABD ve IMF ve Dünya bankası bu reçeteleri verirken bu reçeteleri uygulayacak doktor ve hükümetleri de genellikle kendi kontrol ve yandaşından oluşturmakta ,her beş senede bir ülkelerin bozulan ekonomilerine IMF ye çalışan ve ulusal ekonomik tetikçileri ile müdahale ederken iktidarlarda iktidarlarının uğruna bu durumu sineye çeker, halklarınıda aldatmaktan geri kalmamaktadırlar.
 
Başarılı olan İngiltere de ki durumu bir kez daha dikkatinize çekmek istiyorum.
Çünkü İngiltere de ekonomik rekabet sağlanırken tüketicinin –üreticinin ve kamu maliyesinin ilkelerinin korunması regülasyon kuruluşları ve piyasa mekanizmaları ile başarılı sonuçlar yakalanmıştır..Nitekim özelleştirmede şirket hisse leri ve mülkiyetin istenmeyen kişi ve kuruluşlara geçmemesi için güvenlik nedeniyle ALTIN HİSSE KURALI getirilmiştir.
 
2008 dünya krizinde de ABD , AB ülkeleri nin ekonomik krizden çıkmak için uyguladıkları ekonomik politikalarda özelleştirmeden çark ,ederek ,iflaslara seyirci kalmadan .dev şirketlerin hisselerini muhtemel Arap sermayesine . veya kirli sermayeye açılımına olanak vermeden kamu kaynaklarından hisse alımı yöntemiyle kontrol lu bir şekilde  bu şirketlere aktarılmasına gerek duyulmuştur.
Bu durum un 1994 Türkiye krizinde uygulanan kamu maliyesi politikalarının benzeri olduğunu burada söylemek de yarar görmekteyim.
Evet 1994 de kriz ortaya çıkmıştır ancak 3-4 ay sürmüş ,iç dinamik tedbirlerle düzlüğe çıkılırken bugün AB ve ABD ülkeleri aynı benzer politikalarla yol alırken ülkemiz hala daha kendisine bir rota çizememektedir.Çünkü ekonomik dümen 2000 krizinden beri tamamen endirekt ABD  direkt GLOBAL AKTÖRLERİN  elindedir ve bu sürecin başlangıcı 28 şubat darbesidir.
 
ÜLKEMİZDEKİ UYGULAMALAR.
 
Türkiye de özelleştirme uygulamaları 1980 yılında  24 Ocak kararları ile temeli atılır .
1979 yılında mevcut olan hükümet yanlış uygulamalar sonucu yarattığı ekonomik sorunların bedelini ara seçimde kaybedince, yeni bir hükümete yol açar. Krizi Önlemek için alınan ekonomik tedbirler de Başbakan Sn.Demirel Sn.Özalı çok yetkili bir müsteşarlık donanımı ile göreve getirir ve Özal dünya bankası ile 24 ocak kararlarını Türkiye ye aldırırken özelleştirmenin temellerini ilke olarak uygulamaya alır.
Çünkü Başkan Regan ve IMF ekonomik paket ve yardım için kapısını çalanlara verdiği reçete böyledir.
Bu nedenle 1980 ihtilalı ve  sonrasında piyasa ekonomisine ve aşırı liberalleşmeye geçiş başlatılmıştır. İhracatın artırılmasına dönük uygulamalar getirilirken , ithalatın artışı ve dışa bağımlılıkla yapılan ihracat artışlarının ilerde ekonomiyi  tıkacağı hesaplanmamış , KİT lerin özelleştirilmesine öncelik verilerek ekonomideki aktörlerin değiştirilmesine gidilmiştir.
12 Eylül yönetimi özelleştirme ve yeni liberal anlayışa o kadar inanmıştır ki bunun eksik bir kopyacılık olduğunu anlamadan anayasa ilkelerine de yerleştirmeden geri kalmamıştır.
 
1983 de iktidar olan ANAP hükümetleri Ekonomik açıdan 24 Ocak müsteşarı ,12 Eylül ihtilal konseyi hükümetlerinin ekonomik başbakan yardımcısı olan Sn.Özalın Başbakan olduğu ve Sn.Yılmazında bakan olduğu ancak bölgemizin siyasal ve ekonomik patronajına Sn.Yilmazın sahip olduğu yılların başlangıcıdır.
Bu durum  1984 de ilk özelleştirme uygulamasını Çay  tekelini kaldırma ile başlar.1976 ve 1982 yılı 5 yıllık planlarındaki hedef ilkeler bir tarafa atılarak 1984 yılında ÇAY ÜRETİMİ VE DAĞITIMI ,1991 DE DE TEKELİN SİGARA TEKELİ KALDIRILMIŞTIR.
Çay tekeli üretici ve tüketici piyasalarına dönük düzenlemeler yapılmadan kaldırılmış ancak halka modernite ve yenilikçi gelecek olarak tanıtılırken siyasal pirimde yapılmıştır.
Halkımız, yapılacak özel fabrikalar ile Çaykur dan kurtulacağı için bakanını alkışlamıştır.
Devletin çay tekelinden vazgeçerek özel fabrikalara izin vermesi sektör de bir özelleştirmedir.
İyi sonuç verseydi siyasal sahibi mutlaka o günkü iktidar ve egemen olan siyasetçi liderler olacaktı. Ancak onların bilgisiz ve deneyimsiz olmaları ,doğruları görmemeleri sebebi ile kurdukları sistem duvara toslamıştır.
Ambarlı fabrikasının açılışında açılışı yapan Rizeli bakan ‘’ bir firmamız 6 ayda  10 fabrika kurduğunu, Oysa Çaykurun yıllarca bir fabrika yaptığını ,ancak bu firmanın 10 fabrika yapmasını destekle 20 ye çıkarmasını için o firmaya kefil olarak destek verdiklerini söyleyip , övünen siyasetçimiz 3-4 yıl sonra bu kez yatırımcıların bazıları başarısız olunca doğan sorunlara karşı ayni bakan ,sonra Başbakan olarak ‘’ yatırımcı hesabı yanlış yapmış ‘’diye sorumluluktan kaçmayı marifet saymıştır.
 Oysa bakan bey tarafından yapılan  öncelikli tercih ve yönlendirmelerden dolayı 3 dev holding firması yatırımını çay sektörüne yatırımı  askıya almıştı.
Eğer 1984-1985 de Ciddi firmaların sektöre girişi bir firmanın önünü açmak için  kontrol ve bloke edilmeseydi  sektördeki bugünkü sorunlarımız olmayacaktı.
1985- 1989 ARASINDA, BU KONUDA AMERİKAN MORGAN FIRMASINA ÇAYKUR DAHİL KİTLERLE İLGİLİ ÖZELLEŞTİRME DE İZELENECEK YOLLARA AİT RAPOR HAZIRLATILMIŞTIR .Bu rapor çaykur da mevcuttur.Hazırlatan çaykur değil hükümettir .
 
1985    yılında 5 yıllık plan gereği DPT nın kitlere bağlı işletmeleri hisse senedi satışı ile halka açılması ve işletme hakkının devri gündeme gelmiş ise de hükümetçe benimsenmemiştir.
 Çay üretim ve dağıtımı tekeli kaldırılırken ÇAY üreticisi yok sayılmıştır. Bu işlem çay kanununda değişiklikle yapılmıştır.O güne kadar üreticinin ürettiği çayların karma ekonomi ve serbest Pazar koşullarında belirlenen yaş çay fiyatları ve alımları garantisinden üretici yoksun bırakılmıştır. Yani yukarda belirmiş olduğum ve İngiltere örneğinde olduğu gibi üreticisi ve çay tüketicisinin ve kamu haklarının koruyucu var olan yasal düzenlemeler kaldırılırken yeni düzenleme ve regülasyon kurumlarına yer verilmemiştir.
Ne gariptir ki ilk özelleştirme uygulaması çayda başlatılmıştır ve onu başlatan hükümetin en önemli üyesi Rizelidir ve Sn.Özal samimi olarak sonuç almak istediği sektörü bu konuda ön yargılı bir acemiye emanet ettiğinin farkına çok geç varmıştır.
 
 
 
 
 
 
Evet Çaykurun 17 fabrika yapılış projesi iptal edilirken devlet harcamasını engelledik demişler ,ancak ekonomik ve hacizli şirketlere kredi vererek devletin bireysel yönden soyulmasına seyirci kalırken özleştirme yaptıklarını söylemekten geri kalmamışlardır.
Ancak ne var ki bu dönemde kendi özkaynağı ile kendi köyüne fabrika kurmak isteyenlerden hiçbir firmaya ve şahsa kredide vermemişlerdir.
Hatta yatırım yapmak isteyenlere teşvik belgesi alımında  zorluklar çıkarılmıştır.Tek kaynak belirli tek bir firmaya özenle kullandırılmıştır.
Aynı  günlerde bir yabancı firmada çaykurdan   5 fabrika yanı Arhavi –fındıklı –melyat –kirazlık ve Hopa fabrikalarını isterken dönemin genel md.yrd ve daire başkanları DPT ye yönlendirici raporlarda vermişlerdi.Çünkü 1981 -1982 yıllarındaki yaprak alım politikalarına göre bu fabrikalarda yaprak azlığı sebebi ile düşük kapasite kullanımı olduğuna dair gerçeği yansıtmayan bilgilerle yabancı sermaye daire başkanlığında bilgi kirliliği yaratmışlardı.
Bu beş fabrikanın verilişindeki siyasi irade yine  aynı bakana dayanıyordu. Dönemin tarım Bakanı Hüsnü Doğanın makamında 10 kooperatif başkanı ile baraber yaptığımız görüşmelerden sonra genç devlet bakanının bakanlık makamında yapılan  ve adeta kavgaya varan bir görüşme ve olaylar ve talepler H. Doğan tarafından başbakan Sn.Özala iletilir.
 Kooperatif başkanlarının şiddetli  tepki ve talepleri sayesinde hemşeri bakanımızın arkasında durduğu ve doğru olduğunu savunan bir özelleştirme düzeni de bozulmuştur.
 Çay sektörünün özelleştirilmesi amacıyla özel teşebbüse yatırım yolu açılmasıyla tarım ve gıda sektöründe çok güçlü kuruluşlar ,arkalarında banka ve öz kaynak gücü ile sektöre girmek istemiştir.Bu üç kuruluş Yatırımdan sonradan sakınmıştır.sebep hükümetin bu işin bölgesel ve siyasal etkinliğini bir bakana vermiş olması ve onunda bir şirketle sektörün özelleştirilmesi için çizdiği yol haritasına angaje olmasını göstermişlerdir.
Nitekim özelleştirmede pilot firma olarak seçilen kuruluşun imal ettiği çaylar ve fiyat politikası piyasada tutmayınca firma soluğu Çaykur ve devlet bakanının kapısında almıştır.
İlk dönem alınan kötü sonuçlar sebebi ile Kendisine 6 ay vadeli binlerce ton kuru çay verilmesini istemiştir. Çaykur Genel Müdürü rahmetli Sn.Talatar buna karşı çıkarken yardınmcıları verilmesini istemişlerdir . İşi takip edenler Talatara söz geçiremeyince Bakan Sn.Arıkana baskı yaparak netice almaya çalışmışlardır.Çaykurdan aynı paralelde ben ve  iki arkadaşım firmalar aracılığı ile bu satışın ihale ile yapılmasını isteyince bu planlı oyunda bozuldu.
Genel müdür rahatladı ama Bakanımızın Bakan Arıkana baskıları bitmedi fakat ihalede açılamadı ve çaykurun çayı ile Çaykur un yıkımını önlemiş olunmuş oldu ,fakat oyunu bozanlara da cephe alınması kaçınılmaz sonuç olmuştur.  .
                                            
Bir başka özelleştirmeyi destekleme  operasyonunu çernobil sebebi ile yaşanmıştır..Çernobil olayında hükümetlerimizin , sn.Bakanlarımızın bir sorumlulukları olamaz ve yoktur.
Ancak  bölge halkından saklanmasından ,yağmuru ve çamurunda ürettiği ürünü yemesinin ,sağlıksız ortamdan korunmasında alınmayan tedbirlerden hükümet ve Bölge siyasetçilerimiz ve bakan da görev gereği olarak sorumludur.Her evde görülen kanserde faktörlerinden biri Çernobil ise halka ,bölgeye ,çevreye dönük tedbir alınmasına önem vermeyenler birinci derece sorumludur .
1986    kampanyasında Çernobilin yarattığı kirlilik gizlenerek özel sektör ve çaykur üretime devam etmiştir.
1986 kasım aralığında çaylar Almanya dan dönünce uyanan hükümet ülkedeki tüm kuru çayları kirlilik derecesi bakımından taramaya tutmuştur .
Çaykurun tüm fabrikaları nükleer kirlilik taramasına tabi tutulurken Sn.Bakanımızın çok önem verdiği kuruluşun ve özel fabrikaların hiç birine  uğranılmamıştır.Yabanci kuruluş olan dosan kendi taramasını kendi yapmış limit üstü kirli çıkan miktarı imha etmiştir.Çaykurun da 65 000 ton çayının imha edilmesine karar verilirken bakanımızın  çok ümitle başarı beklediği yüz akı fırması çayını 1985 ürünüdür diye  satarken tüm ,Ülkede çaykur radyasyonlu çay satıyor iddiası ile çalkalanmasına seyirci kalınmıştır.
Oysa ne 1986 sonuna kadar nede taramadan sonra Türk halkına bir kg sorunlu çay çaykur tarafından satılmamıştır .Bu durum çaykurun 120 000 tonlara ulaşan pazarının 1992 lere kadar 75 000 tonlara gerilemesine sebep olan faktörlerden biridir.YANI BİR ÖZELLEŞTİRME ÖNCESİ YANLIŞ UYUGULAMALARLA SEKTÖRDEN ÇAYKURU DIŞLAMA POLİTİKALARI SONUCUDUR.
Tarım sektöründeki bir KİT in özelleştirilmesinde önemli olan kitle üretici kitlesidir. Üreticinin KİT e sahip çıkmayacak hale getirilmesi yanı o KİT ten bıktırılması gerekir ancak siyasetende  bu uygulamanın çaktırılmaması gerekir.
1985 ler den itibaren uygulanan yaprak alım usulleri ve yaş çay bedellerini ödeme politikalarında da Çaykur özelleştirilmenin ön hazırlık uygulamasına maruz kalmıştır.
Yaş çay yaprağı imha etme sendromundan kurtulamayan çaykur yönetimi dekara 10 kg kontenjan ,haftada bir gün münavebe ve bir günde yaprak almama hafta tatili hikayeleri ile devlet kaynakları ile yapılan kurulu kapasiteyi kullanmamayı tercih erken en önemli olan 1.ci sürgün dönemi bölgede bir dekar alanda azamı 25 günde ,tüm bölgede 35 günde bitmesi gerekirken 45-55 günlere çekilip kötü alınan yapraklarla kalitesiz çay üretimine yönlendirilmiş, ithal ve kaçak çay sanayine ait özel sektörün gelişmesine sebep olmuşlardır.
1990-1991 yılının 1 ci. Sürgün döneminde  tek bir Mayıs günü 6500 ton yaprak alınmamıştır.1991 ağustosunda 1990 ağustosunun çay parası ödenmiştir 1992 açılış bilançosunda seçim senesi olmasına rağmen 18-19 milyon dolar borç bırakılırken iki büyük özel sektörün üreticiye borcu 3-5 yıl arasında değişmekteydi.
Bu düzenin sahibi çaykuru 1985 den beri özelleştirme gayretindeki iktidar ve iktidar içindeki sorumlulukta en etkili siyasetçi şüphesiz güçlü bakan ve başbakan dan  başkası değildir.
Sn.Yilmazın başbakanlığı ve Sn.Kahvecinin bakanlığı dönemindede bir model hazırlanmıştır ve pilot uygulama bölümlü fabrikası için planlanmış ,kararnamesi hazırlanmış fakat 1991 erken seçimine uğramıştır ( Örneği çaykura mevcuttur.).
 
1991 seçimleri iktidarı değiştirerek ve DYP –CHP koalisyonu oluşmuştur. Ülkenin yönetiminin başında artık , Yılmaz yok yerine Demirel ve onun atadığı yönetim iş başındadır .Sn.Yılmaz bu dönemi sevmez fakat dönemin sonunda nimetlerinden istifade etmekten geri kalmamıştır.
1992 -1996 döneminin özelleştirmeye bakışı nedir önce ona göz atalım.
Yeni hükümet eski düzenlemelerle beraber 1990 yılın da Başbakan Yılmazın hükümetinin özelleştirme yasasını  önünde bulur.
Bu yasaya göre özelleştirme için daha kapsamlı bir düzenleme getirilmektedir. Bu yasa ile özelleştirme mevzuata dönüşmekte ve uygulamada hız kazanması için kuruluşlar özelleştirme kapsamına ve kapsama alma sürecine alınması ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.Dolayısı ile o günden beri çaykur da özelleştirme kapsamına alınan ,ancak hazırlık dönemine geçilmeyen kuruluştur.ANCAK PROĞRAMA ALINDIĞINDA HİSSE SENEDİ SATIŞI ,VARLIK SATIŞI ,İŞLETME HAKKI DEVRİ ,TASVİYE GİBİ YÖNEMLERİN BELİRLEMESİ İÇİN Kamu Özelleştirme idaresine yetki verilmiştir.
DYP hükümeti 11. 5. 1994 yılında 3937 sayılı yasa ile özelleştirme uygulamalarına yeni düzenleme getirmiştir.ve 4046 sayılı yasa nın madde 34 ü gereği Çaykur  dahil KİT ve KİK lerin özelleştirilmesine hız kazandırılması için yeni düzenlemeler getirilmiştir.
Görülüyor ki 24 ocak kararlarından günümüze kadar ki tüm hükümetler özelleştirme kararlarını almışlardır ve çaykurda bunun içindedir. Buraya kadar 12 Eylülden ,Anap ve DYP ve diğer hükümetlerinin aynı süreci ve ilkeyi paylaştığını görmekteyiz.Yazımızın sonuna doğru bugünkü hükümetlerin, Demokratik sol Ecevit hükümetlerinin 28 şubat darbe hükümetlerinin de aynı yolda devam ettiğini ama Rize ye gelince doğrunun halka söylenmediğini bir kez daha açıkça ilan edebiliriz.Hal böyle iken tüm hükümet programlarında Özelleştirme listelerinde Çaykur da yer almaktadır.
 
Bu günlerde özelleştirme kurumu başkan yardımcısı listedeki 5-6 kamu kuruluşunun da koşullar oluştuğunda özelleştirileceğini beyan etmiş.Beyan doğrudur ve devletin bir gerçeğini yansıtmaktadır.Ozelleştirme idaresi elbette yasalarla kendisine verilen görevler gereği tüm KİT lerde olduğu gibi Çaykur içinde çalışma yapacaktır. 
1992 de görev aldığım dönemde üreticiye , çalışanlara karşı yaprak alımından ücret ve ödeme politikalarına kadar çizilecek ve yürünecek yöntem tarafımızca belirlenirken Bakanlarımız ve başbakanlarımız ca özelleştirme politikaları geliştirmeye kadar destek aldık ve uygulamaya koyduk.
.Kaliteli çay alımı ve 35 günde kampanyanın bitiriliş ilkesi vardır.Bu ilke için her gün 7500-8000  ton yaprak alımı , üreticilerin çay bahçesi gelişimi ve hasat planımıza uyumu içinde 625 000 ton standart yaprak alımı hedeflenmiştir.
Rekolte ise 850 000- 900 000 tonu geçmemekteydi .Yani çaykur çayın %70 ine talipli olarak özelleştirmeyi özel sektörle yaprak alımı ve çay fiyatında rekabet getirmekteydi. Bu nedenle yaş yaprak fiyatları dolar endeksli ülke ekonomisinde 2004 krizinde varlıklar %10 kaybedilirken çay üreticilerinin geliri 20 cent li fiyatlardan 35 cent li fiyatlara çekilmiştir.Bunun TL ye yansıması belki siyasal terminde %100 zamlı ifadelerle siyasallaşmış ise de bunu yapan genel müdür ve DYP bunu siyaset malzemesi yapmamıştır.Bu model DYP nin içinde olduğu hükümetlerde devam etmiştir . Ancak 28 şubat darbesinden sonra tekrar 1991 öncesi sisteme dönüldüğünü üreticilerin unutmaması gerekirdi.
Türkiye Dünya Ticaret Örgütünün ve AB gümrük birliği üyesidir ve örgütlere karşılıklı  taahhütleri vardır.
Çaykurun ve çay sektörünün dünya ticaret örgütüne Türkiyenin attığı imzalar ve AB sürecine girişte yapılması gereken rehabilitasyonu hazırlamak ,bu konuda politikalar geliştirmek ,hükümetin onayı ile uygulamaya almak bakanın değil yasal olarak genel müdürün görevidir.
Eski hükümet yani 1996 da borç ödeme ile övünen Yılmaz hükümetinin  1989 yılından 1992 yılı sonuna kadarki özel ve kamu banka borçları ile üretici ,işçi borçlarını hükümetin tahkim yasası ile ve verdiği kaynaklarla ödendiğini hiç hatırlamak istememiştir,
 
 
 
 
 
 
1991 de Seçim sebebi ile hiç kuru çay üretmeden işçilerden oy almak için istihdam edildiği ücretlerle ,kurumun seçim masrafları olan 55 milyar TL yi öderken siyaset ve ,gürültü yapılmadı .
1991 Seçim süreci başladıktan sonra bir firmaya özenle yapılan vadeli satışların teminat mektupsuz satılması veya limit dışı teminat mektuplarının ödenmemesinden doğan o günün parası ile 100 milyarı aşkın  1991 yılı satışların  yarattığı sorunları temizlerken en büyük sıkıntıyı tekstil banktan teminat mektuplardan kaynaklanan alacaklarımızın tahsilinden çektiğimizi burada hatırlatmakta yarar görmekteyiz.
Özelleştirme koşullarını hazırlayanlarla geleceği planlayanların yönetim farkı budur.
1993 yılının sonunda DPT –tarım bakanlığı ve Hazine müsteşarlığına sunduğumuz raporların kabulu ile AB uyum sürecine ve DTÖ anlaşmaları ile özelleştirme sürecine geçiş için şunları öngörerek Başbakanlığın onayını aldık.
*Çay bahçeleri bakımsızlık ve kötü hasat ile yanlış alım politikaları sebebi ile kaliteli ürün verememektedir .!992 öncesi alım sistemine göre yaprak alırsak üretici ,ülke ve özel sektör mağdur olmaktadır.
*Bölgede fert başına 3.5 dekar çaylık alan düşmektedir ve bu gelirle halkın geçinmesi olanaksızdır.
Alınacak tedbirler söküm veya yaprak almama gibi tedbirler ve özelleştirme tedbirleri olamaz.
Bölge ekonomisi ayağa kalkmadan özelleştirme düşünülemez.Ancak sektör ve kuruluş rehabilite edilir ,bölge halkının ekonomisi reel ülke ortalaması seviyesine getirilir o zaman bunlar gündeme gelebilir ilkesi kabul edilmiştir.
Bunun için bölgeye tüm olarak ele alarak bölge insanının gelir düzeyini yükseltecek projeler geliştirilmeli ve uygulanmalıdır.
BU projeleri hem tarımda hem sanayide hem de ulaşımda belirleyerek uygulamaya aldırdık,fakat 1997 den sonra  bu yatırım projeleri özenle engellendi.
 
ÖNCELİKLE TARIMDA Bahçelerin islahı yapılarak kaliteli çay üretme verimliliği artırılmalıdır , yaş çay fiyatları yükseltilmelidir,ihracat ile beraber bir üretim ve tüketim dengesi kurulmalıdır gerekçesi ile özelleştirme kapsamı öncesi bir bölgesel plan geliştirirken bu planı siyasallaştırmadık.
Çünkü o zaman başka bölgelerden de hükümetlere gelecek taleplerle işimiz kağıt üzerinde kalırdı.
Bu projelerin realizasyonu için konusu itibari ile 2-7 yıl zaman aralıklarına ihtiyaç vardı ve reel mili gelir hedefi ilk 5 yılda 5-6 bin dolar ikinci 15 yılda 10 bin  dolardı .Özelleştirmeye bu projelerin kabulü ile başlanabileceğinde,Bakanlığımız ve hükümetimiz yetkilileri bizimle mutabıktı.Bu nedenle de tüm projelerimize olumlu yanıt verdiler ,onay verdiler.
Bunlar neydi:
Herkesin çay bahçesi yeniden ölçülecek , 5 de biri her yıl gençleştirme budamasına tabi tutulacak her yıl budama ile kaybolan ürün bedeli ödenecekti.Bu çaylık tesislerinin bakım onarım yatırımı idi ,sonraki hükümetlerin anladığı destekleme  veya ,siyaset yatırımı değildi.
Ölçtük , 1991 de devir alınan kayıtlara göre  900 000 dekar yerine , kaçak 42000 dekar çaylık dahil 767 000 dekar bulduk.Bunun anlamı eski kayıtlardan 180 000 dekarın fazla ve hayali yazılmış olmasıydı .Bunun da anlamı çaykurun çay alımında kullandığı kontenjanın %20 sının o günkü genel müdürlüğün  siyasi yandaşlarına sağladığı satış avantajı idi.Yani her beş dekardan bir dekarın  olmayan çaylığını yazdırıp kolay çay satmasını sağlamaktı.
İşte dönemin muhalefet lideri kendi dönemindeki üretici arasındaki tefriki ortadan kaldıran genel müdürün Budama ve hayali ruhsatların iptaline karşı çıkmakta ,üreticiyi bize karşı kışkırtmaktan geri durmamıştır.
Ayni kişi 1992 -1993 deki hızlı ve yüksek yaprak alımlarımıza karşı çıkarken yandaşları bizi komünist rejim yanlısı devletçi  olarak suçlamaktaydı.
Burada 1992 yılı kampanyasında üreticiyi  1991 ve öncesinde olduğu gibi dolandırma riski kesilen bazı firmaların  genel müdürünün şu sözlerini ifade edersem sanırım her şey açıklık kazanacaktır.
Olay o günkü Türist otelde geçer.Lipton-Karçay ve mezkür fırma yetkilileri ve iki Rizeli hemşerimiz ile kampanya açışı sonrasında bir fırma genel müdürü serzenişte bulunur.
‘’Böyle kampanya açılır mı ? Siz kime sorup çayın hepsine talip oluyorsunuz. Sn. Başbakan her sene Genel müdürü Ankara ya çağırır , maliye bakanı ile oturtur ,orada alımı nasıl yapacaklarını planlarlar.Aksi halde bizim üreticiye 3 yıllık borcumuz var kim bize çay verir’’. Bu acıklı gerçeği masadakilerde dinler.Ancak yetkilinin bu,
Sözleri üzerine diğer iki önemli yetkili ilk kez duyduklarını söylerler. Bende bak kardeşim ‘’ biz size ve tüm özel sektöre üreticinin yaprağını biz alalım siz bize ödeme yapın dedik ,en başta siz kabul etmediniz’’ cevabını verdik.
Şimdi ülkede  başbakan Demirel dir ,Genel müdürde onun genel müdürüdür.Siz hala daha Eski başbakanı sektörde söz sahibi zannetmektesiniz, yanıtımıza biz sizi orada oturtmayız ve sizde üreticiden bu yaprağı alamazsınız cevabını verirken güvendikleri kişi beliydi..
Biz o yıl resmi kayıtlardaki 850 000 ton yaprağın 625 000 tonunu aldık.Bu farklılık özelleştirmede sektöre bakış farklılığı idi.
Siyaset bu ya.Ödemelerin zamanında yapılmasını ve alınan yaprağı da beyefendi kendisinden menkul olduğunu söylemekten de imtina etmemiştir.
Budama-Gençleştirme projemizin başlangıcından itibaren Üreticimiz 1994 den günümüze kadar, budama tazminatını milyar doları aşan parayı cebine koyarken  ne o planlamayı yapan Genel müdürü , nede o başbakanı ,bakanı hatırladı sadece onun gelirine engel olmaya çalışarak politika yapanlara destek verdiğini hatırlamaktayız.
Alım yerlerinde ve caddelerde yerel TV ekranlarında gerdan kırıp bu kararname sahtedir,çünkü resmi gazetede imzası yok diyen seçilmişlerde beyefendinin sözcülüğünü yapıyorlardı.
Aynı Yıl Borsayı kurduk ve borsa başkanı ve genel müdür olarak başbakanın bilgileri dahilinde gayrı yasal bir şekilde yaş çayı borsada tescil ederek %4 olan yaş çayın brüt tutarından kesilen vergiyi % 50 indirerek stopaj vergisini %2 ye indirerek bu güne kadar 100 milyon doları aşan  bir kaynağın daha  üreticide kalmasını sağladık.
Tarım sektöründe 15 yıl uygulanan üreticiye dönük böyle bir tedbir yoktur.Bu tedbirleri biz getirdik ANAP ve AKP bunlar üzerinde siyaset yaparken üreticimiz  o gün karşı çıkanlara hayır bu tedbirler  sizin değil dememiştir.
Üreticimiz  özelleştirme yapılmasına da fazla direnmeyecektir.
Çünkü kendisine doğru söyleyenleri dikkate almadan oy verdiği liderlerin  yandaşı değilse o söylemlere doğru olsa bile   siyasi bakmakta , kendisine yapılan yanlışı görmemeye çalışmaktadır.
 
 
Çaykur tarihinde işçilik maliyetleri %5-18 iken çalışan işçi 30 000 ni aşmaktaydı.Bugün 14 000 kişi çalışmaktadır.İşçilik maliyetleri %45-50 oranındadır.
 
 Kurumun kuruluşundan 2003 AKP iktidarına kadar yeterli işletme sermayesi ve borçsuz hali 2003 e kadar hiçbir zaman olmamıştır . Biraz önce biz gelince borcun ne olduğunu ve nasıl ödediğimizi belirttim . Ben ayrılırken kurumun borç ve alacağını Başbakanlık denetleme kurulu gün itibari ile tespit etmiştir ve yıl sonu bilançosunu da benden sonraki genel müdür çıkarmıştır.yani Sn.Yılmazın genel müdürü bilançoyu  yazmıştır.
O bilançolarda  Vergi –SSK- Banka borçları ve tümü 14.5 trılyon TL yazar .Başbakan Çaykurun borçlarını ödedik diyerek siyaset yapar .Doğrudur 20 trilyon TL.lık tahville çaykuru 36 trilyon TL hazineye borçlandırarak özelleştirme sürecini hızlandırmak için öderken üç tane bankaya haksız kazanç sağlayarak onları kurtamışlardır .Aynı zamanda 12 çay fabrikasının kapatılması na teşebbüs etmişlerdir.
Bu arada 4,5 trilyon kadar bir paranın usulsuz ,yolsuzluk içinde ödemesini bir kaç bankaya haksız ödemeler yapılmasına kimlerin vesile olduğunuda çok iyi bilmekteyiz.Bu yanlış kasten bilerek yapılan ve kurumun zararlara uğratıldığı ödemenin aktörleri o günün görevlileridir.
Bu ödeme nedir. Bankalara yapılan ,bankaların kayıtlarında ve kurum kayıtlarında olmayan bir ödemedir Şikayetimiz ve KİT komisyonuna taşımamız üzerine 5 yıl süren güdümlü teftiş sonunda Raportörü Sn. Başbakanın adamı nın önerisi ile Sn Ecevite ben bu işin aslını biliyorum ,genel müdürün kastı yoktur diyerek Ecevitin onayı ile kurumun zararlarına rağmen ödeme yapan  genel müdürün kasti olmadığı ,menfaat olmadığı ancak görevi ihmal olabileceği bununda meşhur af yasası sebebi ile yargılansa bile affa uğrayacağı sebebi ile hakkında işleme gerek kalmadığı ,ancak tekrar olması halinde kurum yöneticilerine sorumluluk yükleyeceği belirtilerek denetleme kuruluna gönderilerek denetleme kurulunun Başbakanın görüşünün üstüne çıkamayacak bir oluru ile olayın nasıl kapatıldığını başbakanlık onayı ve denetleme kurulu yazılarında görmekteyiz.
1992 başı itibariyle 1500 ton aylık satışlardan 1994 de  8-9 bin ton aylık satışlara çıkarken 1992 ye kadarki %25 iskonto 3-6 vadeli satışlar yerine %98 i peşin 15-18 ıskontolar la 100 000 tonluk bir pazara ulaşılmıştır.Bu Pazar halen hacım olarak korunmakta dır,ancak ıskontolar %30 lara çıkarılarak kurdurulan bayi şirketlerine olanak tanınmaktadır.Nitekim o şirketler çaykur bayiliğinden kazandıkları para ile Çaysan AŞ nin tek gıda hisselerine alarak çaykura ortak olmuşlar ve kurulacak paketlemede ortaklık yöntemi arayışı ile özelleştirmenin alt yapısını oluşturmaktadırlar.
 
KURUMSAL ÖZELLEŞTİRME MODELİMİZ.
 
Özelleştirme anlayışımız Özelleştirme idaresinden farklıdır.Amacımız bu bölgede ülke ihtiyacını karşılayacak kuru çayı üretmek için gerekli olan çay bahçelerini ,kuru çay ve paketli çay üretim fabrikalarını ekonomik değerlerle ayakta tutarak yarattığı ve yaratması gerektiği istihdam ve katma değerin sürekliliğini devam ettirecek bir model olmalıdır.Ülkenin özelleştirmeden beklediği bu olmalıdır.
1995 yılında özelleştirme politikamızı da belirleyerek diğer projelerde olduğu gibi hükümetimizin kapısını çaldık . Özelleştirme öncesi kapsam içinde hazırlık dönemi çalışması yetkisinin Çaykura verilmesini önerdik kabul gördü ve müracaat ettik. KÖİ başkanlığı ile pek anlaşamadık.Çünkü Özelleştirme idaresi için amaç ve önemli olan satmaktır.Sonucu onun değil alan ve sektördekilerin sorunu idi ve her kademede kendi ellerinde özelleştirme tercihindeydiler. Ancak hazırlık yetkisinin çaykura verilmesi için  iyi giden görüşmelerimiz  bir sabotaj sebebi ile  geçici olarak durduruldu .
Çaykura ,yani bize verilen cevapta ‘’ Kurumun daha güçlü ve yeniden yapılanacak bir çaykur olarak bölgesel kalkınma görevini üstlenmesi talebi sebebi  ile uygun görmedik ‘’cevabını verdiler.
6 ay sonra tekrar müracaat ettik.Yeni başkanla temel prensipte anlaşarak hazine ile beraber hareket edecek , model sonucu oluşunca Hazine ve çaykur imzası ile bir holding AŞ kurulacaktı .Tüm bunlar yapılırken İst . ve Ank. paketlemelerinin taşınma kararları da alınarak tüm gücün Rize de toplanmasına izinler ahnmıştır .
İstanbul da Sarıyere giden oy isteyen Rizeli Siyasetçi 1996 da ‘’ Ben oldukça bu fabrika Sariyer de kalır ‘’ derken ‘’Rize ye gelince Ankara ve İstanbul paketlemelerini Rizeye taşıyacağız’’ demiş olasına rağmen bu konuda tek adım atmadığı gibi alınan izinleri de gereksiz kılmıştır.
Bu modelde her fabrika bir şirket olacak ,paketlemede ayrı bir şirket olacak ve bunlar holding şirkete bağlı olacaklardır .Holding şirketin %10 u altın hisse olarak devletin olacak,% 42 si üreticiye bedelsiz hisse olarak verilerek %51 hisse ile üretici hakları korunacak ,geri kalan hisseye özel çay fabrikaları  ile ve diğerleri sermayeleri ile yabancılar dahil katılabileceklerdi.
Burada amaç ithalatı kesmek ,iç Pazar ve ihracatta kaliteli çay yapımına ulaşarak Pazar payını artırıcı bir organizasyon kurarken her yıl holding 650 000 ton ürünün asgari 35 sentten veya yaş yaprak maliyetinin %30 fazlası ile  alımını garanti ederken elde edilecek karında %51 ini üreticiye dağıtma mecburiyeti olacaktı.Bu holdingin yönetimi ortaklar arasında vasıflı üst düzey yönetim niteliklerinden seçilirken , üst yönetimdeki karar yeter sayısı özel sektör tarafında olacaktı.
 
 
Her fabrikanın yönetimindeki bir müdür ,bir muhasip üyeyi  genel müdür , üç yöneticiyi ise üretici seçecektir.Ancak seçilecek bu insanlarda nitelik ve vasıf aranacaktır.
Bu holding şirketinin bölgesel kalkınmada Tarıma dayalı  üretimden ,akarsulardaki enerji üretiminde ve o günkü hükümete proje olarak sunduğumuz Trabzon-Rize Batum demiryolu ve dev Rize limansı ile serbest bölge ile iki organize sanayi projelerini hayata geçirme ,iç ve dış kaynak bulma yetkileri olan bir kuruluş olarak ortaya çıkacaktı.Ancak 1996 Ocağında başlatılacak süreç 1995 yılı erken seçimi ile sadece yerinde rafta kaldı.
 
1997 ler de tekrar yeni hükümeti sahnede görmekteyiz.Önce 12 fabrikanın kapatılarak Çimento sanayinin özelleştirilmesi model alınarak bir hazırlık yapılır.Planlamadan tedarik edilen çalışma örneği Rizede basına verilir ,sendika ve yerel siyasetçiler dan tepki gelince Başbakan vaz geçerek tekrar geriye döner ve özelleştirmeyi önledim demekten ve seçmene selam vermekten  geri  kalmaz.
 
1999 da tekrar yabancı bir şirkete aynı 5 fabrikanın satışı gündeme gelir ,sendikanın tavrı ile tekrar geriye dönülür, yapılan çalışmalar iptal edilir, Rize seçmenine gelince  ben olmasam özelleştirecekler demekten kendini alıkoyamazlar .
 
 2000 yılı ekonomik Krizi ve Kemal Dervişin ülke ekonomisini planlama aşaması  cumhurbaşkanının  H.Özkana bakanlar kurulunda Kitap atmasi ile çıkmış değildir.
2000 ekonomik krizi 28 Şubat post modern darbesinin yurt dışından kaynaklanan planlanmış bir ürünüdür..28 Şubat sonra ilk siyasi çekişmeler arkasında ödün olarak  kurulan, lisansi verilen , hemen sonrasında batmalarda kaybolan milyarlarca doların hesabının sorulmak istenmesinden dolayı kitap havaya uçmuştur.Sorulan şudur.Madem 70 milyar dolarımız yok oldu.O halde bunu kim aldı.
Banka patronları aldı ise şu kadar diyorsanız gerisi nerde ,kim aldı ,hesabını neden sormuyoruz sorusu dur . Kitabı hoplatan sebep ve bu soru halen cevaplanmamıştır.
 
Fakat 2000 den beri Ekonomide ve mali disiplinde IMF nın dolayısı ile Sn.Dervişin yasaları önde gelmektedir. Dervişi bakanlar üstü statü ile göreve getiren hükümettir.
Bu nedenle 2000 den sonra özelleştirme anlayışına daha farklı bakılmaktadır .Sat ver kurtul. Satarken altın hisse imiş ,halkın iştiraki imiş ,katılımcı satış mış artık düşünmek hayaldır.Eğer siyasi yandaş bir müşteri varsa o amaca uygun satış yapılır ,hele talep eden yabancı ise ülkemize yabancı sermaye geldikçe zenginleşiriz zannı nı halkta yarat oyunu al ve hemen sat anlayışı yerleşmiştir.
 
Bugün bankalarımız özelleşme ile elde kalmamış ,özelleşerek yabancılaşmıştır.Başbakanımız yabancı bankaların kriz dönemindeki davranışlarından şikayet etmektedir.Oysa düne kadar KÖİ tRfından, elde kalan Ziraat ve Halk bankasını satmanın savaşı verilmekteydi.
2000 Ekonomik krizinin mimarları 28 şubat süreci sonunda kurulan hükümetlerdir .Krizin  çaresini IMF planlamış bu planlama ile 2007 ye kadar dünyadaki sanal ortamın bol para politikasında yüksek faizlerle halkın hissetmediği fakat ümüğünün sıkıldığı bir ekonomik dönem yaşadık.
Maaşlar azalırken ,vergiler ve özellikle KDV,ÖTV ve fonlarla dolaylı vergiler hızla yükselirken dış borcumuz da 200 milyarlardan 600 milyar dolarlara yükselmiştir.
 
 
Peki bu arada Çaykur niye satılamadı satan mı yok , alan mı yok?  Özelleştirme idaresi anlayışı ile satmak kolay fakat işçilerin ve çiftçilerin Çaykura olan sahipliliğinin ve oradan beklentilerinin gereksiz hale getirilmesi gerekir .
Bunun için 1998 den beri çok kötü kuru çay üretimi yaparak ,üretimi artırmayı planlayıp hem stok yaratmak hem de kalitesizlikle tüketicinin Türk çayından uzaklaştırılması planlanmıştır.2000 den beri çaykur da bu yıl olduğu gibi çay almama politikaları önceliklidir.
İç pazarda satabildiği kadar çay alacak ,eğer stokunda var ise o kadar üreticiden almayacaktır.. Son 12 yılın çaykur politikaları budur. Çaykur vasıflı çay alma zahmetine katlanmayınca özel sektörde bulduğunu almaya mecbur kalmakta,Çaykur da üretim randımanı %15-16 lara inmiştir.Son yıllarda bunu %18 lere çıkardıklarını iddia etseler de bu değerler sene sonu yayınladıkları fiktif bilançolardan başka bir şey değildir.
 
Çay bahçelerimizde zamanında toplanacak ve o gün alınması gereken yapraktan yapılması gereken kaliteli çayın randımanının %21 olması esastır.Bunun %20 altına inmesi yaprak hasadından ,alım yerindeki alımdan ,fabrikasyondaki hatalarından kaynaklanan yanlışların toplamıdır.
 
Son yıllarda 5,5 -6 kg yapraktan 1 kg çay yapılmaya başlanmıştır.1998 den beri bu durum böyle gelmektedir.
Bu durumun meydana getirdiği kalitesiz stok yığınları 2000 den beri özel sektörde kalmaktadır.Özel sektörde bu yığınları düşük fiyat uzun vadelerde tüketiciye satarken yaprak bedeli olarak üreticiye verdiği paketli çaylarla ikinci el spot piyasanın oluşumuna sebebiyet vererek sektöre hep beraber ihanet edilmektedir.
Sadece son 12 yılda Çaykur da ki kapasite kullanımına baktığımızda her gün yaklaşık olarak  900-1000 tonluk kapasitenin kötü yaprak alımı ,kota ,kontenjan figürleri ile halkın aldatılmasından dolayı kullanılmadığını görmekteyiz.
 
2002 yılında AKP hükümeti Sn.Yılmaz’ hükümetinden  borçlu ve stoklu bir çaykur aldı.Üretim randımanı %15 lerde olan layusel bir yönetim anlayışı sonucu tekele sene sonunda çay sattığını söyleyerek bilanço makyajı yapan kendi bayilerine karşı tekel bayilerine verdiği yüksek ıskontolarla kavga ettiren bir anlayış sonucu seçime rağmen geriye kalan ,ödenmeyen 75 trilyon üretici borcunu AKP ödemiştir.
2003 e girerken, Nedense piyasası darmadağın ,borcu havada,sistemi bozuk bir sektör yaratıp özelleştirmeye geçişi kolaylaşmış bir çaykur vardır.
Elde bulunan 80 000 tona yakın stoka karşılık her yıl belli oranda az yaprak alarak stoku iç pazarda yeni yüksek fiyatlarla satmayı planlarken pek tabiidir ki o kadar yaş yaprak özel sektörün kucağında kalınca özel sektörde sorunlar giderek artmıştır.
Ancak bu durumun bedelini üretici ödemektedir.. Üreticilerimiz bunları fark ederek düşünmeye başlayınca bir ara başbakanlarının  bu işlere neden müdahale etmediğini düşününce verdiği oylar aklına gelmekte ve problemi unutmaktadır.
Demokrasilerde oylar komşulukla ,hemşerilikle veya inançlarla değil ,hukuk ,hak ,adalet ,ferdin ve ülkenin ekonomik menfaatleri ,toplumun geleceğine göre değerlendirilir. Karadeniz’de bu böyle değildir.BU durumda Karadenizli ne bekler Türkiye’de Telekom , MKE,Tüpraş, Şeker ,tütün şirketleri tüm KİT ler satılacak bize gelince Çaykur satılmamalıdır.
İşte Yıllardır özelleştirme için uğraşanlar bunlar ,halkımızın bel bağladıkları da bunlar. Önce bu çelişkili bakışın ,görüşün halledilmesi gerekir.BU Konunun siyasal pencereden bakışını bir kenara koymalıyız.Fakat Aktörlerinde yerini tespit etmeliyiz.Çünkü İcraatı yapan ,uygulamayı yapanlar bu aktörlerdir.
 
Tekrar 2002 -2003 e gelirsek Erdoğan hükümeti çaykuru borçlandırmadan , yandaş bankacılara peşkeş çekmeden borçları ödemiş ,bu yetmediği gibi 2003 yılında 225 trilyon kadar nakden işletme sermayesi olarak finansman sağlamıştır .Ayrıca stoktaki çayın düşük fiyatlarda ,ihracatından vazgeçerek iç pazarda eritirken parası ödenmiş 80 000 tona yakın kuru çayın bu yıllarda paketlenerek iç pazarda satışını sağlayarak çaykura yaklaşık 500-600 trilyon luk bir finans olanağı sağlamış.satış fiyatlarında çok büyük rahatlıklar sağlamış ve fiyatları yükseltmiştir.
Burada şunu açıklıkla belirtmem gerekir ki bu olanağı Kuruluş yılından günümüze kadar Ne Demirel,Ne Ecevit ,Ne Özal,Ne Yılmaz,Nede Çiller Çaykura sağlamıştır . Böyle bir finans olanağını hiçbir genel müdürde kullanamamıştır .
 
Peki bu paralar ne olduda 2007 seçiminden beri çaykur bankaların tekrar kapısındadır. Başbakanın Yarattığı kaynaklar ne oldu. Bu sorulara yanıt verilememektedir.Ancak muhtemel bir özelleştirmede bu kaynaklarla çaykurun satın alınmasında ,özellikle paketleme guruplarına talipli olunmasında kullanılırken karşılaşırsak hiç şaşırmayalım.
 
 
 
 
 
 
 
 
Çünkü hükümetçe  sağlanan kaynakların  bir kısmı fabrikalarda çöp çay olarak yakım tesislerinde yakılmış ,daha büyük kısmı ise nitelikli organizasyon anlayışı ile kurulan ,kurdurulan kontrol edilen ,hatta yönetilen bayi şirketlerine  ıskontolarla ,kota pirimleri ,kota üstü satış pirimleri ile satış promosyonları ile tüketilmiştir..
Sn.Başbakanımızın çaykura sağladığı finans olanakları buralarda harcanırken kontrol ve denetim yapılmamıştır. Çünkü bakınız bu iş iflah olmaz en iyisi satılmalıdır .özelleşmelidir  kanaatinin oluşumunun sağlanmasıdır.
 
Peki bundan önceki hükümetlerin özelleştirme politikaları vardı da bunların mı yok. Var. Ama DYP dışındaki gibi değil diğerleri   hükümetler gibi gizlilik içinde yürüyor ve hazırlık modelleri de tamamlanmıştır veya tamamlanmaktadır.Çünkü özelleştirileceği belirtilmektedir..Bayi şirketlerinin kuruluşu ve pazarlamanın tek merkezden kontrol edilir hale gelmesi de bu çabanın ürünüdür.
Tekel de de bayiler şirket kurdu özelleştirmede pazarlama ayağı olarak ortak konsorsiyumla ihaleye katılan bayi şirketlerinin ortaklığı tercih edildi .280 milyon dolara aldıkları tekel alkollü içecekler gurubunu 950 milyon dolara bir amerikan şirketine sattılar.
Bu tür bir senaryo şimdi çaykur içinde var olabilir.Çaykur, eğer kuru çay fabrikaları yalnız veya öncelikli satılırsa üretici karşı çıkabilir.Öyle ise Paketlemeleri bir şirket haline getirelim ,onu özelleştirelim.Marka ve paketleme özelleşirse mesele kalmaz.İşte bu şirketin büyük veya eşit ortağıda yüksek ıskonto ve pirimler le beslenen ,desteklenen bayi şirketleri olabilir.Bu nitelikli planlamanın lideri de Rize’de herkes tarafından bilinir ama susulur.NEDEN SUSULUR çünkü onu getiren iktidarda oyumuz vardır.
2009 yılı sonu itibariyle olduğu gibi bugün  özelleştirileceği ilgili kuruluşlarca deklere edilirken,kurumla ilgili özelleştirme modelleri hazırlanırken çaykurun ayrık tutulması söz konusu değildir.
Fakat Sn.Yilmaz ve Sn. Erdoğanın bakan ve  genel müdürleri evet bu çalışmayı yaptık demezler .Biz ise yaptık .modelimiz buydu şimdide modelimiz budur ,doğrusuda budur diyerek halkımızla konuşabilmenin rahatlığı içindeyiz.
 
SONUÇ :
Bu günlerde özelleştirme kurumu başkan yardımcısı listedeki 5-6 kamu kuruluşunun da koşullar oluştuğunda özelleştirileceğini beyan etmiş.Beyan doğrudur ve devletin bir gerçeğini yansıtmaktadır.Özelleştirme idaresi elbette yasalarla kendisine verilen görevler gereği tüm KİT lerde olduğu gibi Çaykur içinde çalışma yapacaktır.  Elbette bu çalışmalarını kamu oyuna açıklayacaktır.Bunun için fırtına koparmaya, o kim oluyor sesleri yükseltmeye gerek yok.Önemli olan ben nerde oturuyorum ,kimim ve görevim gereği içinde yer aldığım kuruluşun bu konudaki konumu nedir ,ne olmalıdır sorularına muhatap olmadan ,bir çalışma yapıp ilke ve yöntemlerini ortaya koyup Özelleştirme idaresinin önüne çıkılmalıdır.
Bugün için çaykurdan özelleştirilmesi gündemde yok ,o kimdir açıklaması ile , Başkan yardımcısının sözleri arasında bir fark yoktur.Çünkü Özelleştirme kanunu Özelleştirme idaresine bu görevi vermiştir.Önemli olan Çaykurun bu kamu politikasına karşı bölgedeki üreticiler için ,çay sanayinin kamu ve özel sektör aktörleri ve çay sektörü ekonomisinin nasıl planlanacağı hakkındaki görüşlerinin açıklanmasıdır.
İnternet teki haberlere göre açıklama yapan lar ‘’ Mesut Yilmaz ve Tayip Erdoğanın başbakanlıkları döneminde özelleştirme çalışması yapılmamıştır,gündeme gelmemiştir ‘’ siyasetin gereğidir.Bu görüş ya bilgi kirliliğinden yada ak ile karayı karıştırmaktan öte değildir.
Sn.Tayip Erdoğan iktidarı başlangıcında çaykurun özelleştirilme modeli hazırdı .Tüm KİT lerin özelleştirilmesi ile ilgili kanunlar hazırdı.Yukarda açıklama yaptığım dönemlerde galiba Mesut Yilmaz bakan,başbakan veya Ana muhalefet Lideriydi.
AKP hükümetlerinin ulusal ekonomik yaklaşımlarında da tüm kamu varlıklarının özelleştirilmesi yer almaktadır.Öyle ise gerçekçi olalım.Çaykurun bu genel uygulamanın dışında kalması söz konusu değildir.yapılan sadece ,ancak başbakanlık makamının etkisi ile ertelenmesidir.Gerçek olan şu ki AKP döneminde hazırlık ve uygulama için Özelleştirme idaresi uygulama starına başlamamıştır.Ancak kuruluşun 2000 den beri Tekel modeline yakın hazırda beklettiği , yanlış,hatalı bir modeli de vardır.Çaykur Paketleme konusunda Bayi şirketleri ile ortaklık kuruyorsa bu yanlışa çanak tutuyor demektir.
Çaykurun 3 yıl öncesinde Çay Üst Kurulu hakkında hazırladığı kanun tasarısı kendi bakanlığından dönünce Borsa ve Konsey işbirliğinde hazırlanmaya çalışılan Çay kanunu tasarısına şiddetle karşı çıkarken hiçbir zaman kendi tasarısının ne olduğunu açıklayamamıştır.
Bizim söylediğimiz, yazdığımız,savunduğumuz şu olmuştur. ‘’ Çay sektörünün üretici ve sanayicisini kucaklayan bir kanun kanuna ihtiyacı vardır. Bu kanun er geç önümüze gelecektir.Önemli ve doğru olan,çay üreticileri ve Sanayicileri için çıkarılabilecek en iyi kanunun Başbakan Sn.Tayip Erdoğan döneminde çıkarılmasıdır.Bu olanak Rize için şanstır.Bu şansın zamanında kullanılması gerekir.’’.Ben halen bu fikirdeyim.Eğer 2010-2011 yılında iyi bir çay kanunu çıkmış olsaydı bu yıl üreticinin 60 milyon TL kadar parası buharlaşmaz ,kimse 60 kuruşa çay alamazdı .
Devlet iktisadi ve mali politikalarında her türlü kamu kuruluş ve imtiyazlarını özel sektöre devir ederken halk devlette bu uygulamaları yapan partilere iktidar teslim ediyorsa ve tüm KİT ler KİK ler ,imtiyazlar özelleştiriliyorsa elbette çaykur da bunun içindedir ve 1980 lı yıllardan beri bu böyledir ve özelleşecektir.Fakat nasıl ve kim ne zaman yapacaktır.Bana göre Bölge için en iyi kararı Sn.Başbakan verecektir.
 
     KİT ler üreticilerin –tüketicilerin ve kamu menfaatinin ekonomik olarak bütünleşerek sosyal hukuk devleti anlamında kurulmuş iktisadi faaliyet kuruluşlarıdır.
Bu kuruluşların monopol olması doğru değildir.Serbest Pazar ekonomisi kuralları içinde hareketi ve özerkliği var olmalıdır.Zaten kanunlarda bu durum vardır.Bunun içindir ki Hükümetlere göre ,genel müdürlere göre farklı uygulama ve sonuçlarını yaşamaktayız.Hata ve sorunlar siyasal iktidarların müdahalelerinden veya amaçlarından meydana gelmesinden öte kuruluştan kaynaklanmaktadır..
Devletin yalnız kaynak üreten ,yalnız kar amaçlı KİT leri olabilir.Devletin TÜPRAŞ Pektim gibi hayatı fakat kar amaçlı kuruluşları olabilir. Ancak devletin tarıma dayalı istihdam ve üretim amaçlı KİT leride olacaktır.
Burada insanların kendi topraklarında iskan edilerek,üretim yapmaları ,ülke ekonomisine katkı koymaları ,milli gelire katkı koymaları için ürettikleri malları alıp işleyecek pazara sunacak ve bu mekanizmayı çalıştıracak organizasyonlara ihtiyaç vardır. İşte Sümerbank ,Etibank, Şeker Şirketi,süt kurumu ,et balık kurumu ,Fiskobirlik ,tariş,çukobirlik,tekel içki ve tütün işletmeleri ,ve ÇAYKUR bu amaçlı kuruluşlar idi.
Bura da Yıllarca KİT komisyonlarında 5 yıllık plan komisyonlarında ifade ettiğim bir hususun altını çizmek istiyorum.
Türkiye’de %15 meyilin üzerinde tarım ve bitkisel üretim yapılmaz bu alanlar orman alanlarıdır, hükmü yasalarda yer alır .Ama Çay üreticisi yani Karadenizli % 70 meyilli arazilerde daha önce sıfır milli gelir iken çaylık yaparak dekar başına 500-600 dolar milli gelir katkısı yaptığı için adeta cezalandırılmaya çalışılmaktadır .
Çaykurun kuruluş amacı çay tarımının bölgeye getiriliş amacı bellidir.Bu amaç Doğu Karadeniz çiftçisinin çay üretmesi ve bu üretimden elde edilecek kuru çay gelirinin üreticiye döndürülmesi amacıdır.
Üretici olarak ürettiğimiz çaydan ,Devlet kazanacak ,bayi kazanacak,sanayici kazanacak,yetmedi şirketler kazanacak , bu arada üreticide kazanacak böyle bir saadet zinciri çay sektörünün yapısı gereği yoktur.
Bugün çaykur ortalama olarak 15-20 TL Kg dan çay satacaktır.satış ve pazarlama zincirinde bayi paylarına mutlaka ihtiyaç vardır ve bu ihtiyacın %15-20 lerde kalması en yüksek oranlardır.Yılbaşı itibariyle bu rakamın %33 lere ulaştığını söylersek genel müdürün patronajındaki aşırı ıskontoların nereye gittiğinin sorgulanması gerekmektedir.
Geçmiş yıllardaki 2009 itibariyle 12 TL satış ortalamasından %50-45 inin üreticiye ,%15-20 sinin bayiye ,geri kalanının işçilik ve genel gederlere ve bunun içinde %10 gelirinde çaykura bırakılması gerekir.Bu durumda kalteli standart hata payı %15-20 yı geçmeyen yaprağın bedelinin de 1 -1.2 tl kg olması gerekirdi.Bu durumda rekolte 900 bin tonu geçmez.
Elde edilen kuru çay kaliteli olur.Dış talep azalır ne çaykur da nede özel sektörde stok kalmaz üreticide parasını kolayca alır.
Bu zincir 1998 den beri Genel Müdürler tarafından dağıtıldığı için  tartışma konusu olur ve bugünde bunu için tartışmaktayız. Oysa burada hükümetlerin bakan ve başbakanların bir günahı  ve yönlendirmesi  yoktur. Böyle bir ortamda halkın önünde yüksek sesle  yönetimlerinin eleştirilmesine neden olanak vermezler..
Özal ihtilal döneminde Başbakan yardımcısı iken bunu yaptı ,doğrusunu öğrendi ve Çaykurun talepleri değil doğruyu söyleyen ve kurum yöneticileri ile tartışabilenlerin dediklerini yaptığı için 1983 yılında kurumun 260 bin ton alım bütçesine rağmen ihtilalde 440 000 ton çayı Çaykura sattık.Çünkü o şunu gördü Genel müdürlük yanlış söylemekteydi.Onu net bir gün ve gecesini çaykura ayırarak tespit etti.
Ancak Biz Sn.Yılmazda bunu hiç görmedik, onun döneminde çaykur bir şirketin geleceği için politıkalar tespit edebilirdi.
Sn.Başbakanımızın  bu tür hatalı tavrı hiç olmamıştır.Ancak konuyu masaya yatırıp tartışma ortamı açmasında ve  bunu  bizatihi yapmasında fayda olacaktır.
Bizde bu durum da adım adım yıkıcı özelleştirme politikalarının kucağına itilmekteyiz.
Bugün Van’da –Urfa’da-Diyarbakır’da-Antep –Adana-Şırnak’ta küçükte olsa çay paketleme fabrikaların varlığından söz edilmektedir.Eğer bu oranda çay ithaline olanak verilirse yıllık 100 000 ton çayı iç piyasada görmeye hazır olmalıyız.
 
Özelleştirme den içinde bulunduğumuz ekonomik model gereği hükümetlerimiz vaz geçmeyeceğine göre
 
1-      Çaykurun parça parça ,fabrika fabrika veya paketlemeleri ayıralım onları satalım, fabrikalar kalsın anlayışı üreticilerin aleyhine çalışacak bir yöntem olduğu gibi Türk çay sektörü içinde yanlıştır..
2-      Halka arz ile hisse senetlerini satış kabiliyeti bu ortamda yoktur
3-      Çalışanlara satış bir uygulamadır üretici ayağı olmadan çalışması olanak dışıdır.
4-      Mülkiyet hakkı devredilmeden İşletme hakkının verilmesi veya kiralama yöntemi ile sorunun çözümü tartışmaya açılabilir.
 
 
Bu konuda benim önerimin ana hatları şudur.
 
Bugünkü mülkiyet hakkı ya devlette kalacak veya üreticiye devir edilecek bir model geliştirilmelidir.
Bunun için her fabrika bir şirket olacak ve her dekar alan çaylık sahibi asgari bir hisse sahibi olacaktır. O fabrikayı o şirketin hissedarları ticaret hukukuna göre fabrikanın yönetimine 3 üye verecektir. Müdür ve Mali işler sorumlusunu fabrikanın bağlım olduğu üst şirket atayacaktır.
Bu Şirketlere ait fabrikalar ürettiği kuru çayı üst şirketin fabrikasına veya harice karlılık koşuluyla başka kuruluşlara çay satabilecektir.
Fabrikaların bağlı olduğu üst şirket bir holding şirket olacak ve ortakları bu fabrikalar ,paketleme fabrikaları ,katılımcı özel sektör ve ayrıca üreticiler olacaktır.Holding şirketin asgari %40 i üreticinin ,%10 altın hisse olarak devletin ,geri kalan kısmı ise  özel sektör ve yatırımcıların olacaktır .Holding şirketteki üretici payları kuruluşun değer hesabından bedelsiz olarak dekar oranlarına göre üreticiye verilecektir.,
Bu holding şirketi ve şirketlerine devlet çaykuru mülkiyet hakkını saklı tutarak veya işletme hakkının devri ile kiralayacaktır.
Kira bedeli olarak devlet kaynak almayacaktır.Ancak kuruluşun nakdi işletme sermayesini bir kerelik kaynaklarından karşılayacaktır. Çünkü kaybedilen işletme sermayesi üreticinin değil yönetimlerin sorunudur.devlet kaybedenlerden ,kuruluşu zarar uğratanlardan bunları almaya muktedirdir.
 
Ayrıca bu şirketlerin bağlı olduğu Holding şirkete bölgede enerji yatırımından ,liman ve demiryolu yatırımlarına kadar özel öncelikli haklar tanınarak bölgesel kalkınma  da görev ve sorumluklar verilmelidir.
Çay tarımı ve sanayi ile tüm çayın ithalat yetkisi bu örgüte verilmelidir.Çay kaçakçılığı hakkında tekel döneminde olduğu gibi yasal düzenleme ile holding şirket yetkilendirilmelidir.Böyle bir organizasyonla çay tarımı ve sanayi bölgede tekrar kaynak üretir.
Eğer Blok olarak satılırsa veya paketlemeler ayrı olarak özelleştirilirse beş sene sonra o paketlemeler ithal çay işler .Çünkü Türkiye’nin DTO antlaşmalarına göre gümrükleri  reel gümrük değerlerine indirme sorumluluğu vardır .
 
Eğer üreticilerimiz ve çalışanlarımız ideolojilerden arınarak ,partilerine verdikleri oyları bir taraf koyarak kendi menfaatlerini bilimsel akılcılıkla öne alarak meseleye sahip çıkabilir ler ise sorunun çözümü vardır.Ancak bu konuda fikir yürütenlere ,emek verenlere siyasi gözlüklerle bakarlarsa her zaman olduğu gibi herkes önüne konacak çorbayı içecektir. 24 milyar dolara Telekom’u sattırmayanların 4.5 milyar dolara satılmasını seyredenleri unutmayalım.
Tüm bu yaklaşımlarımız göstermektedir ki Özelleştirme idaresinin anlayışı ile yapılmamalıdır. Çünkü özelleştirdiği sektörlerin ,özellikle tarıma dayalı sanayide ki sonuçlara bakılırsa haklılığımız görünecektir.
Bu nedenle hazırlık yetkisi ne özelleştirme kurumuna nede çaykur verilmemesi bu konuda uygulanacak model için bir komisyon kurulması gerekir.
Bu gün çay sektörü ülke ekonomisinde 2-2,5 milyar dolar katma değer yaratmaktadır. Bu değeri önce üreticilere borçlu olduğumuzdan dolayı bölge ekonomisinin sorunları çözülmelidir.
Çaykur hazine ve ülke ekonomisine hiçbir zaman yük olamaz.Yük olmuş ise sorumlu hükümetler ve onların Genel müdürleridir.Hükümetlerin,Hazinenin ve Genel müdürlerin yanlışlarının bedelinin üreticilere ödettirilmesi yanlıştır.
Önceki ve Sonraki Yazılar