
Öğr. Gör. Dr. Taner EROL
Ekrem İmamoğlu’nun Gözaltı Süreci ve Hukukun Üstünlüğü Tartışmaları
Türkiye'de hukukun kişisel menfaatlere göre şekillendirilmesini isteyen önemli bir kesim var. Tarihte de benzer örnekler görüyoruz: Zamanın putperestleri, işlerine geldiğinde taptıkları helvadan putları oturup yiyorlardı. Bugün de hukuk, hem herkesin tek dayanağı ve tartışılmaz gerçeği olarak görülüyor hem de bazı çevreler tarafından işlerine gelmediğinde bir araç olarak kullanılmak isteniyor.
Hukuk, herkes için eşit olmalıdır. Ancak ülkemizde hukuk sistemine olan güven bir türlü sağlanamıyor. Bunun en büyük sebeplerinden biri menfaat çatışmaları ve hukuki bilinç eksikliğidir. Ayrıca toplum, hukuk kurallarının herkes için geçerli olduğuna bir türlü ikna olmuyor. Ülkemiz yine siyasi bir gündemle sarsılıyor. Ortadoğu’daki gelişmeler, ABD-Rusya pazarlıkları, ülkedeki ekonomik sorunlar, PKK’nın silah bırakma süreci ve anayasa tartışmaları gibi hayati meseleler konuşulması gerekirken, bir anda farklı bir konuya odaklanılmış durumda.
Türkiye, Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla haftaya tartışmalarla başladı. Diploma tartışmaları henüz sürerken, İmamoğlu terör örgütlerine yardım, organize suç örgütü yönetme, haksız kazanç ve yolsuzluk gibi iddialarla gözaltına alındı. Bu süreç toplumda büyük yankı uyandırdı ve farklı bakış açılarıyla değerlendirildi. Bir kesim, hukukun üstünlüğüne vurgu yaparak, ortada bir suç varsa gereğinin yapılması gerektiğini savunuyor.
Diğer taraftan, bunun siyasi bir hamle olduğu ve İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığına engel olunmak istendiği görüşü de yaygın. Ancak bu süreçte kaçırılan veya göz ardı edilen bazı noktalar var. Öncelikle, diploma konusu CHP içinde başlayan bir tartışmaydı ve yapılan incelemeler sonucunda diploma iptal edildi. Bu durum hukuki bir sorun olarak ele alınmalı ve siyasi bir mağduriyet meselesine dönüştürülmemelidir.
Hukukun temel prensipleri basit ve nettir: Eğer bir şart eksikse, karar buna göre verilir. “Ne fark eder?” ya da “Bu zamana kadar neden sorun olmadı?” gibi yaklaşımlar hukuki gerçekliği değiştirmez. İlginç olan, yatay geçiş ve denklikle ilgili bir sorun olsa dahi bazı kesimler için bunun önemsiz gibi lanse edilmeye çalışılmasıdır. Türkiye’de benzer diploma sorunları çeşitli zamanlarda gündeme gelmiş ve hukuk gereğini yapmıştır. Kişi bunu bilerek, tasarlayarak yapmasa dahi diplomalar geçersiz sayılmaktadır.
Ekrem İmamoğlu’nun diploması iptal edildi ve muhtemelen itiraz edilip konu yargıya taşınacaktır. Bu olay aslında çok basit çözüme ulaşabilecek bir konuyken, muhatabın bir siyasi isim olması olayı çıkmaza sokmaktadır. Türkiye’de yatay geçiş ve denklik şartları bellidir. Bunların karşılanıp karşılanmadığını anlamak zor değildir. Eğer iddialar doğruysa, diploma iptali hukuki bir gereklilik gibi görünmektedir. Zaten benzer durum yalnızca İmamoğlu için değil, bazı profesörler ve iş insanları için de ortaya çıkmış ve onların da diplomaları iptal edilmiştir. Diğer suçlamalar açısından bakıldığında, kolluk kuvvetlerinin elinde ciddi deliller olmadan böyle bir operasyon gerçekleştirmesi ihtimali düşüktür.
106 kişinin gözaltına alındığı bir operasyonu yalnızca siyasi bir bağlamda ele almak eksik bir değerlendirme olur. Bununla birlikte, bir siyasi figürün yargı sürecine dahil edilmesi kamuoyunda doğal olarak büyük bir tepki yaratır. Bu da mağduriyet algısını güçlendirebilir. Ancak mağduriyet algısının oluşması, gerçeklerin bu yönde olduğunu göstermez.
Hukuk gereğini yaptığında, gerçekler açığa çıkacaktır. Önemli olan, sürecin uzamaması ve sonuç belli olana kadar masumiyet karinesine dikkat edilmesidir. Sürecin hukuk dışına taşınarak hukuka müdahale alanları oluşturulması ciddi riskler barındırmaktadır. Süreci bir darbe psikolojisine sokup insanları sokağa davet etmek ciddi bir yanılgıdır. İmamoğlu’nun seçimlere üç yıl olmasına rağmen erken kampanya başlatması, siyasi bir öngörüden ziyade, bir hukuk sürecinin başlama ihtimali üzerine yapıldığı izlenimini vermektedir. Kamuoyu oluşturmaya yönelik bir hamle olarak süreci değerlendirebiliriz.
CHP içinde dahi İmamoğlu’nun partinin önüne geçmesi rahatsızlık yaratmış durumda. Ancak sürecin nihai olarak kimin lehine sonuçlanacağını zaman gösterecek. Özellikle CHP içindeki farklı grupların kendi aralarındaki mücadele bu sürece de tesir etmiştir. Dersim grubu, Trabzon grubu, Ulusalcılar, 9 Eylül ve 10 Aralık gibi gruplar kendi aralarında etkin olma mücadelesini sürdürmektedir. CHP’deki kurultay tartışmaları, diploma konusu ve yolsuzluk iddialarını gündeme getiren de yine CHP örgütünün kendisi olmuştur. Bu tartışmalar CHP’de bir iç çatışma ortamı doğurmuştur. Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sürecin merkezine yerleştirmek adil olmaz.
Hukuk, özgür ve bağımsız olmalıdır. Eğer ortada bir suç varsa, yargı gereğini yapmalıdır. Yargıya yönelik ithamlar ise hukuk sistemine zarar verir. Önemli olan, suçlu kim olursa olsun hukukun objektif ve adil bir şekilde işlemesidir. Suça odaklanmak gerekir, suçluya değil. Hukuk elbette herkes için eşit olmalı; İmamoğlu’nun suçlandığı gerekçeler başka kimlerde varsa, hepsi için süreç aynı şekilde işlemelidir. Eğer böyle olmazsa, halkın hukuka olan inancı sarsılır. Hangi siyasi parti ve siyasetçi olursa olsun, hukukun gözünde sıradan bir vatandaş muamelesi görmek zorundadır.
Süreci Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurguladığına dair iddialar reel siyasetle uyuşmamaktadır. Zira böyle bir strateji, kendisi açısından daha farklı bir zamanda daha etkili olabilirdi. Ayrıca, CHP içindeki önemli isimler yaptıkları açıklamalarla kendi tezleriyle çelişmektedir. Örneğin, Sezgin Tanrıkulu bu süreci tahmin ettiklerini ve cumhurbaşkanlığı kampanyalarını önceden planladıklarını söyledi. Bu da sürecin yalnızca siyasi bir operasyon olarak değerlendirilmemesi gerektiğini göstermektedir. Şu an bekleyip görmek en doğru yaklaşım olacaktır.
Eğer iddialar doğruysa, hukuk gereğini yapacaktır; halkı galeyana getirmek yerine hukuki sürecin sonucunu beklemek daha sağduyulu bir yaklaşım olacaktır. Sonuç olarak, hukuk kişisel veya siyasi hesaplara göre şekillendirilmemelidir. Adalet, her birey için eşit ve tarafsız bir şekilde uygulanmalıdır. Bu tür olaylar, hukukun bağımsızlığı konusunda toplumun güvenini pekiştirmek için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Başta da söylediğim gibi, önemli olan suçun olup olmadığıdır, kimin yapıp yapmadığı değil. Hangi siyasetçi veya bürokrat olursa olsun, hukuk aynı titizliği göstermelidir. Bu süreç sadece İmamoğlu’na özgü olmamalı, suçu kim işlemişse hukuk önünde hesap vermelidir. Bu ülkenin geleceği bu kadar ucuz tüketilmemelidir.
Umarım kısa zamanda hakikat ortaya çıkar. İddialar gerçekse hukuk gereğini yapar, iddialar gerçek değilse İmamoğlu bu süreçten güçlenerek çıkar. O zaman da herkes şapkasını önüne koyup "Nerede yanlış yaptık?" diye düşünmelidir. Eğer İmamoğlu lehine hukuk karar verirse kendisinden özür dilenip, bu iftirayı atanlardan da hesap sorulmalıdır. Sonuç olarak, şu an ne söylersek söyleyelim, hukukun vereceği karar belirleyici olacaktır. İddialar ciddidir ve yenilir yutulur cinsten değildir.
Hukuk süreci ilerledikçe her şey daha net ortaya çıkacaktır. Devlet görevlileri somut deliller olmadan böyle bir adım atmazdı diye düşünüyorum. Ülkemiz için hayırlı olan neyse, onun gerçekleşmesini temenni ediyorum.