Muhammet MARAP
VE GÖZLERİNDEN ÖPTÜK
(‘Gezi parkı; iyi akşamlar’ yazıma ilaveten...)
İçimiz dışımız “gezi” oldu diyecektik, diyemedik.
Her yanımız “topçu kışlası”na döndü de diyemedik.
Artık “ağaçlar” kesilmesin demesini de beceremedik.
“Eylem” ile yattık, molotofla uyandık.
Birileri “düşsün artık” diye bağırdı.
Başka birileri “bırakın 3-5 kişiyi” diyemedi.
Herkes birisinin askeri olmaya çalışırken, vatanı bekleyecek asker kalmadı.
“Ben büyüğüm” “sen küçüksün” atışmasından asık yüzler, gergin bakışlar peydah oldu.
“Köşe kapma yarışı” ne acıdır ki; “şişe kapma müsabakası”na dönüştü.
En adi küfürler havalarda uçuştu.
İthamlar çirkinleştikçe çirkinleşti.
Aynı vatanda herkes karşısındakini “vatan haini” ilan etti. Köşe bucak vatan sevdalısı arasak nerde bulacağımızı şaşırdık.
Her ne kadar “ses yükseltmek suçluluk işaretidir” demiştiysek de, sesimiz yükseldikçe yükseldi.
Demokrasiyle ulaşılması gereken hedeflere başka metodla ulaşmak isteyenler arttıkça arttı.
Ecnebileri sevindirmeyelim dedik, “ama çok kızdık” dediler.
Mağlupları tahrik etmeyelim, dinleyelim dedik; “aferin mi diyelim?” dediler.
Herkes “bir bilen” oldu, fakat herkesin “bir bölen” durumuna düştüğünü anlatamadık.
Bir büyüğümüz, “demokrasilerde kazanmak herşey değildir” dedi, duymak istemedik.
Başka birisi, “demokrasilerde hesaplaşma sandıkta olur” dedi, aldırmadık.
Ortak paydaları bulamadığımız için ortak fayda elde edemiyoruz.
Hülasa-yı kelam; “demokrasiyi beceremiyoruz.”
Eskiden ustalar kızmazdı. Kızsa da sesini yükseltip kimseyi üzmezdi.
Bir zamanlar 3-5 eşkıya deyip ciddiye almadığımız PKK’ya kızdığımız için 30 sene kendi topraklarımızı bombalamadık mı? Üstelik kullandığımız uçakları ve fırlattığımız bombaları da başka bir eşkıyadan satın almadık mı?
100 Senedir güçlüleri eleştiriyoruz. Fakat, ne gariptir ki; eleştiren güçsüzler güçlenince “intikam” virüsüyle hafızasını kaybediyor. Basit kısırdöngü ile harddiskler yanıyor.
“Sıfırdan başlamaktan bıktık” desek, kızacaklar.
Uyaranları rakip görmekten yorulmadık.
Yalnışı ilan edenleri hain ilan etmekten usanmadık.
Konuşanı dinlemeyi beceremedik.
Dinleyeni ikna etmeyi denemedik.
Sonra ne mi oldu?
“açıldık”, “gözlerinden öptük”, “görüştük”, “özür diledik”, “iade-i itibar yaptık”, “ağaçlara üzüldük”, “fidanlara ağlamış gibi yaptık”, “uzlaşma sağladık”, “isithbarat anlaşması yaptık”, “lobilerimiz oldu”, “fobiler ürettik”, “astık”, “kutuya koyduk, besledik”, “konuştuk, dövüldük”, “sustuk, sıra bize geldi”...
Şunu gördük ki; “KAZANANLAR ARADA BİR DEĞİŞTİ, KAYBEDENLER HİÇ DEĞİŞMEDİ.”
Ağlayanlar ağlatmasın diye demokrasi öğretmeye çalıştık, onu da beceremedik.
Artık gülmek istiyoruz.
Lütfen, herkes bağırmasın da kimin ne dediğini anlayalım. Gürültüden başımız şişti. Allah rızası için az susun da bir nefes alalım. Herkes bağırmak zorunda mı? “Bağırmak suçluluk işareti” ise, bırakın da susanların sessizliği ve manalı bakışları ile ruhumuzu dinlendirmeyi deneyelim. Becerebilir miyiz, onu da bilmiyorum!