Muhammet MARAP
TİTRİNİZ VAR MI?
Son günlerde Milli Eğitimi öğretmenlerin yönetmediği/yönetmemesi gerektiği çok konuşulmaya başlandı. Doğal refleks olarak, öğretmenler de bu durumdan memnuniyetsizliğini ifade etmeye başladılar. Sendikalar itiraz etti. Yandaşı, candaşı, gardaşı, rakibi… Herkes itiraz eder oldu.
Durumun geçmişteki uygulamalarını merak ettim.
Devlet-i aliyemiz öğretmenleri, eğitimi ve öğretmenlerin yönetimini bu güne kadar nasıl görmüş? Benzer durumu cumhuriyet tarihi boyunca diğer bakanlıklar nasıl uygulamış?
Cumhuriyet tarihimiz boyunca öğretmenlere bakış açısı, öğrencinin yaşı ile doğru orantılı görülmüştür. Öğrencisinin yaşına göre öğretmene kıymet verilmiştir. İlk mektep öğretmenlerine ilk mektep öğrencisinin yaşına göre, yüksek tedrisat yapan okullarda öğretmenlik yapanlara da yüksek ihtimam gösterilmiştir. Dolayısıyla da, üniversitede öğretmenlik yapanlar orta tedrisat muallimlerini kendilerinin bir beden küçüğü, temel eğitim öğretmenlerini de en küçük beden olarak görmüştür/görmektedir.
Bu durum sadece eğitimcilerin kendi aralarındaki kategorizede kalmamış, devlet de bunu kabullenmiştir. Yönetim, her zaman bu tasnife göre muamelede bulunmuştur. Üniversitelerde öğretmenlikler en küçük uzmanlık alanlarına bölünerek; bir matematikte 20’nin üstünde birbirinden ayrı öğretmenlik dalı geliştirmiştir. Her uzmanlık alanını da titre ayırarak; öğretim görevlisi-dr-yrd.dç.dr-doçent-prof şeklinde basamaklandırma ihtiyacı duymuştur. Oysa temel eğitimde bırakınız bir dersin bölünmesini, tüm dersler sadece bir kişiye bırakılmıştır. Maalesef ilk mektebin ve orta mektebin öğrencileri de öğretmenleri de Cumhuriyet tarihimizin bütün devirlerinde umdukları itibarı görememiştir. Bu kuşakların, devletin hammaddesi olduğunun bilinmesine rağmen…
1930 yılında çıkarılmış ve halen yürürlükte olan 1702 sayılı “ilk ve orta mektep muallimlerinin terfi ve tecziyelerine dair kanun” un 25. maddesinde aynen şöyle yazar: “Bir orta tedrisat mualliminin, orta derecede mekteplerde ders vermekten aciz olduğu iki talim sicili ile sabit olduğu takdirde muallim ilk mektep muallimliğine nakledilir.” İsteyen istediği gibi yorumlasın!
Öğretmenliği o kadar hafife almışız ki!
40 günde öğretmen yetiştirdiğimizi orta kuşak iyi bilir.
Daha dün 70 bin lisans diploması olan kişiyi sınıf öğretmeni yapmadık mı? Arkeoloji eğitimi alanlar, tarla bitkileri mezunları, Hint dilleri eğitim alanlar sınıf öğretmeni yapıldı. Bunlardan uzmanlık alanına kaçabilen kaçtı. Öğretmenlikten zevk alanlar veya bir yere gidemeyenler de durumu idare etmiyor mu? Öğretmenlik eğitimi alanların aldıkları eğitimin, öğretmenlik için yeterli olup olmadığı da ayrı bir yaradır. Şu anda hiçbir öğretmenin, öğrendiği ve eğitildiği metotlar yürürlükte değildir. Müfredatımızın değişim süreci malum. Dün kara dediklerimiz, bugün bembeyazdır artık. Daha dün, bugünkü teknikle okuma- yazma öğrettiği için beceriksiz ilan edilen öğretmenlerimiz yok mu?
Cumhuriyet tarihinde 48 Maliye Bakanımız varmış, tamamı meslekten. 63 Adalet Bakanımız varmış, hepsi meslekten. 75 Milli Eğitim Bakanımız varmış, 3 tanesi öğretmen (titri olanlar zaten büyük ve istisna).
Hülasa-yı kelam; öğretmenlik, herkesin yapabileceği işmiş! Diplomayı kaptığımız gibi koşup geldik işte. Ne güzel geçinip gidiyoruz! Öğretmeni yönetmek ne haddimize. Onun uzmanları başka.
Şimdi öğretmen olmayanların öğretmeni yönetmesinde ne sakınca var ki!? 80 senedir uygulanan teamül böyleymiş. Titri olanlar büyük dedik ya. Sizin titiniz var mı!?
Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin yöneticilerini saygıyla selamlıyoruz. Var mı itirazı olan!?