Muhammet MARAP
EĞİTMEYİ BECEREMEDİK, EĞİLDİK
Eğitim, logaritma cetvelini ezberletmek değildir.
Batı Anadolu’daki dağlarla akarsuları kuzeyden güneye doğru sırasıyla ezberlemek ise hiç değildir. Kimya dersinde periyodik cetveli ezberleyemeyenlere ise eğitimsiz denmez.
Eğitimbilimciler eğitimi tarif ederken; “istendik yönde davranış değişimi” diye yazarlar. Lakin, biz eğitimciler eğitim denilince hep çocukların karnelerine bakar olduk. Deneme sınavlarında yaptıkları netlere göre ölçmeye başladık çocukları. Sakın kimse
“ yaptığınız doğru muydu?” diye sormasın. Yoksa kızarız!
Her sabah bağırtırız çocukları: “Türküm, doğruyum, çalışkanım.”
Doğruluğun ne olduğunu öğretiriz ama davranışa dönüştürmeyi beceremeyiz. Çalışkanlığın ne olduğunu öğretiriz ama, çalışmayı insanlık gereği olduğunu anlatamayız. Doğru insan, çöpünü yan taraftaki sıranın altına sürer mi? Çalışkan insan verilen görevi aksatır mı?
“Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak” diye yemin ettirdiğimiz çocuk, sırayla sınıfa giderken yanındaki küçük öğrenciye çelme takar mı? Kendinden birkaç yaş büyük ağabeylerine dil çıkarır mı?
“Yurdumu, milletimi özümden çok sevmek” diye haykıran çocuk pergelinin çivisiyle sırasına kalp resmi çizer mi?
“Varlığım Türk varlığına armağan olsun” sözünü veren çocuk, kalem açacağını emanet vermek için niye naz eder? Aslında varlığı istenmez, sadece açacağı emanet istenir ama vermek istemez.
Çocuklar suçsuz. Suç bizim. Eğitimi beceremedik. Öğretimde kilitlenip kaldık. Aslında onu da beceremedik. Çünkü kimin neyi öğrenebileceğini bilemedik de ondan. Herkese aynı şeyleri öğretmeye çalıştık. Oysa herkesin öğrenmek istediği ilgi alanı farklıdır da fark edemedik. Çünkü kendimizi eğitmeyi bir türlü beceremedik.
Sonra öğrencilerimiz büyüyüp doktor olunca devletten aldığı maaşı yokmuş gibi ameliyat parası istemeye başladı. Aynı sıkıntının büyümüşü değil mi? Hipokrat yeminini ederken bizim andımızı okuduğumuz gibi etmiş de ondan.
Öğrencimiz büyük adam olunca; “vatanın bölünmez bütünlüğünü koruyacağıma namusum ve şerefim üzerine and içerim.” diye yemin ediyor. Bakıyorsunuz öyle yapmıyor. İlkokulda andımızı okuyup gereğini yapmamıştı da bir şey olmamıştı ya! Gene öyle bir şeyler dediğini sanıyor. E, biz de onu alıştırmıştık zaten. “Namus, şeref ne demektir?” diye de soramam, çünkü artık onlar büyüdüler. Yaş iken eğemediklerimizin önünde eğilmeyi hak ettik!
Akşam yatağıma uzandığım zaman kendimi yargılıyorum: Ben bu işi yapamıyorum. İtiraz da edemiyorum. Eğitim işini yapabilseydim bu kadar eğitimsiz doktorlar, mühendisler, öğretmenler, iş adamları bürokratlar nerden çıktı. Bazı şeyleri öğretip ezberletip bırakmışım, sonra da eğittiğimi zannetmişim demek ki!.
Bütün kabahat benim, ama hesabı millet ödüyor işte.