Ahmet ÇİÇEK
Kahramanlarımıza Ne Kadar Sahip Çıkabiliyoruz?
Yine “tarihin seyri” diye başlayacağım…
Tarihin seyri içinde zihinlerimize, yüreklerimize ulaşan bilgilerin önemli bir kısmı şairler ve yazarlar sayesindedir. Bu kalem ehli şahsiyetler sadece olayın kendisini değil, hissettirdiklerini, yaşattıklarını da aktarırlar. Geçmiş uygarlıklarda birçok siyasi teşkilat her hamlelerinde kalem ehlini yanında tutmuştur. Biliyorlar ki kalem, uzun yaşamanın iksirini taşır mürekkebinde…
Bizler bugün misal Çanakkale’yi Milli Mücadeleyi halen yüreğimizde hissedebiliyorsak, zaferlerimiz ve neferlerimiz göğsümüzü kabartıyorsa bunda kalem ehli kahramanlarımızın payı büyüktür bunda. Geçmişimizde bu türden örneklerimiz pek çoktur. Dilden dile destanlaşan öykülerle büyüyen nesiller daha büyük kahramanlıklara heveslendiler. İş başa düşünce de bir lahza olsun tereddüt etmeyip kahramanca vazifelerinin gereğini fazlasıyla yaptılar. Böylece gölgede kalması muhtemel nice kahramanlar, nice hatıralar yazıldı, çizildi ve gönüllerimizde yer ettiler…
Bir vakit Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi halen Milli Mücadelemiz devam ediyor. Etrafımız ateş çemberi ile kuşatılmışken, yedi düvel salyalarını akıtırken adı bilinen ya da bilinmeyen alnından öpülesi nice kahraman yiğitlerimiz neden ben demeden, bilakis “ille de ben” diyerek milletin ve devletin istikbalini kendi bileğinde, kendi yüreğinde hissederek göğsünü siper etmektedirler. Ecdadın yüz akı bu isimsiz yiğitler kayda geçirilmeli. Adanmış ruhları nesilden nesile dallanıp budaklanmalı, meyvelenmeli.
Neredeyse Milli Mücadeleden bu yana kahramanlarımızın, fedakârcefakâr evlatlarımızın tarihe not düşebileceği sayısız örnekleri heba olup gitmiştir. Bizim sahip olduğumuz ama heba ettiğimiz bu hazine Amerikalının elinde olsa sayısız Oscar’lık Hollywood filmleri seyrederdik. Alman’ın, İngiliz’in, Fransız’ın, Rus’un olsa sadece filmlerle kalmaz, edebiyat ekolü haline getirilirdi.
Bizim kahramanlarımız fedakârlıklarını adımız anılsın, şanımız tarihe kazınsın diye yola çıkmadılar elbette. Onlar bunları aşmış makamdalar. Ancak bizim en önemli miraslarımız olan milli ve manevi kaynaklarımızın nesillerimizi beslemesi için, nesillerimiz için buna ihtiyaç var. Bugünün ve yarının ihtiyacı var.
Ben derim ki, ordumuzun, güvenlik güçlerimizin bünyesinde kalem erbabı şairler, yazarlar, tarihçiler olsun. Şehir şehir, sokak sokak yaşananlara tanıklık etsinler, kahraman neferlerimizin nefeslerini duysunlar, halkın ve hakkın sesi kalemi olsunlar… Hissetsinler solusunlar… Kürsülerde seminerler, konferanslar versinler… Camilerde hutbeler okusunlar… Halka hakkı neşretsinler… Hayatın karibinde, kalbinde yer alsınlar.
Devletin içinde, binasında sarayında sanat ruhlu kalem erbapları olmalı. Bir medeniyetin inşası bu şekilde olur. Gazeteci bu ihtiyacı karşılayamaz. Mürekkebini ruhundan çıkartan üstatları kenarda tutmak olmaz. Hayatın karibinde, kalbinde böyle kahramanlara da ihtiyaç var.
17 Şubat Ankara’daki terör eylemi sonrasına denk gelen tarihte İlesam’ın İstanbul buluşmasında şiir konuşulacak, şiir okunacaktı. Baktım ki şairlerimizin önemli bir kısmı gündemle ilintili terörü lanetleyen milli hassasiyetli şiirler kaleme almışlar. Olay yerinin çok uzağındaydılar ama bulundukları yerden hissetmişlerdi. Evet bu güzel bir refleksti… Ama böyle olmamalı, bu kadarla yetinilmemeliydi… Şiirler içliydi, etkileyiciydi ama pek mecaziydi. Oturdukları yerden yazdıkları belliydi. Bu deyişim şairlerimizi ya da şiirlerini eleştirmek, yargılamak için değil, asla değil. Her birinin ellerinden öperim. Meselenin derinine inmeden, hikâyelerini bilmeden, korku, ümit ve heyecanı yakinen hissetmeden bir yere kadar nüfuz edilebilirdi.
O toplantımızda Aysen Akdemir Hanımefendi çok güzel bir ifade kullandı: “Ateşe bakarak yazılan şiirle ateşte yanarak yazılan şiir bir olur mu?” İşte benim de kastım budur. Bir şiirimde buna benzer durumu izah için “Yanmadan yakamazsın, Önce kendin bi yan / Uyanmadan uyandıramazsın, Önce kendin bi uyan” demişim… Mesele anlaşılmıştır sanırım.
Devlet; şairlerine, yazarlarına, tarihçilerine gündemi yoğuracak, yorumlayacak, anlayacak, anlatacak imkânlar vermeli. Sığıntı gibi değil, ilgili konuların vazgeçilmezi olarak meselenin merkezinde, kalbinde yer almalı.
Yarın ikinci el duyumlara muhtaç kalarak elimize kalem alırsak bunun eksikliğini daha iyi anlarız da inşallah buna gerek kalmaz…
Bu vesile ile tarih 18 Mart’ı gösterirken dünden bu güne din ve vatan uğruna şehit olan bütün Kahramanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum… Ruhlarına birer Yasin-i Şerif okursak ne mutlu bize…
Allah nusret elini üzerimizden eksik etmesin…