İnsan Medeniyetimizdeki Depremler Soma'dan Daha Vahim

Şu kâinatın varlık sebebi bir insandır, yani insandır… O halde âlemde en kıymetli cevher de insandır, yani insan kalitesidir.
 
İnsan kalitesi kişinin kendine verdiği değer ile değil, ötekine verdiği değerle ölçülür. Bu yüzden "komşusu açken tok yatan bizden değildir" ihtarıyla muhatabız.  
 
Bugün her şeyin bilimini inşa ederek kâinatı kontrol altında tutmaya çalışan insan kendi medeniyetini inşa etmede çaresiz. Hayvanileşmenin, bencilleşmenin, ruhsuzlaşmanın girdabından kurtulamadı bir türlü.
 
Millet olarak bizler; çok köklü bir geçmişe ve çok zengin medeniyetler harmanına ve hatta Rabb nazarında insanı bir tarağın dişleri gibi saf saf, eşit gören bir inanca, dine sahibiz. Ve dünyanın çok özel bir coğrafyasında bin küsur yıldır yaşıyoruz.
 
Böylesi bir millet değil sadece kendine, bütün dünya insanlarına kaynaklık edecek bir noktada durmalı. Fakat bugün şöyle bir durup kendimize baktığımızda hem millet hem devlet olarak o noktanın çok uzağındayız. Kendimize hayrımız yok ki başkasına olsun…
 
Bunun sebebini sorguladığımda kendimce bazı tespitlerde bulundum elbette. Bilmem, doğru muyum? Bunu sizlerin takdirine bırakıyorum:
 
Daha düne kadar bizler, kendimizde bir medeniyet sorumluğu hissi ve bu hissin mesuliyetiyle insan medeniyetinin inkişafı için yatıp kalkıyorduk. Ne var ki bir vakit geldi yorulduk, belki bencileyin nefsimize yenik düştük, eğlenceye daldık. Derken batının şamarını yediğimizde kendimize atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmişti. Hâsılı bencil batının maskarası olmayı marifet sayanlardan olduk.
 
Gün geldi yeni bir devlet ile –Türkiye Cumhuriyeti- yola devam ettik. Bu raddede öyle bir şey yaptık ki akla zarar; geçmişimizden büsbütün arındık. Kültür ve inanç olarak başkalaştık. Bin yıllık tecrübeye sahip bir millet olan bizler, kimliğini arayan taze bir çocuk gibi debelendik durduk…
 
Üst üste değişimler bunlarla sınırlı kalmadı. Köyleşen kentler kurduk evvela, kentli köylüler olarak yeni bir kimlik arayışı başladı bu arada. Güçlü ve uyanık olanların boyunduruğuna ve vicdanına teslim olan yeni düzenimiz pragmatist bir dünya sundu bize. Bizler artık bir noktadan sonra kimlik aramaktan da vazgeçtik. Artık bencil dünyamızı bahtiyar kılmak için her ne imkân varsa kullanmakta tereddüt etmedik. Prensiplerimizden arındık, çıkarlarımız için dindir, milliyettir, insaniyettir, vicdandır, ecdattır, kutsaldır demedik. Yeter ki iş görsün, arzu ettiğimiz maksada ulaşabilmek için kamu düzenini bozmaktan savaş çıkarmaya kadar her yolu mubah gördük.
 
Hâsılı insan medeniyetimiz büsbütün tarumar oldu gitti.
 
Bu kadar karamsar bir tablo çizmek istemezdim ama dost acı söyler kabilinden az bile dedim. Birbirimizi kandırmayalım; biz millet olarak orijinalimizi kaybettik maalesef. Bu bir vakıadır; şu talihsiz Soma Faciasında yaşamlarını yitiren 301 insanımıza -Allah'tan rahmet ve mağfiret, Hazreti Peygamberimizden şefaat diliyorum- çok üzüldüm ama ben asıl insanlarımızın -kendim de dâhil- haline üzüldüm, üzülüyorum. Ama daha çok böylesi bir acının insaniyet açısından bizdeki yansımalarına üzülüyorum.
 
İnsan medeniyetimizdeki depremler Soma'dan daha vahim. Zira Soma Faciası sonrasında yaşananları, konuşulanları, yazılanları, senaryoları günlerdir takip ediyoruz. Acı taptaze iken kaos hevesiyle dönüp duranlar, fitne ateşi ile alevlenenler, dram tüccarlığı yapanlar, siyasi umar için yanıp tutuşanlar, vahşet tutkusuyla bilenenler, içte ve dışta işbirlikçi arayanlar, rant tertibatı kuranlar… Hepsini şu üç beş gün içinde gördük, tanıdık. Çokları bütün bunları bir kılıf altında, bir maske arkasında yapıyor ama bazıları o kadar pervasız ki maksadını alenen dillendirme keyfiyetinde ve cesaretinde maalesef.
 
Tabi acısında ve insaniyetinde çok samimi olanlar vardır kuşkusuz… Ama keşke bizler başımıza bir hal geldiğinde kardeşliğini hatırlayan bir millet olmasak. İyi günde de kardeş olabilen, iyiliği ve yardımseverliği insan medeniyetinin yüceliği için bir vesile sayabilen bir millet olmak bize çok ama çok yakışır. En çok bize yakışır.
 
Umarım bu şer vaziyet, devlet ve toplum olarak insan odaklı bir merkezde hayra tebdil olur. Ve nihayet bizi aslımıza döndürür…
 
Ölüm, ölene istirahat, kalana nasihattir…
Önceki ve Sonraki Yazılar