BENİM İÇİN ÜZÜLME MAHSUN

“Benim İçin Üzülme” adını daha evvelden Bergen’den tanırız. O kısa ömründe “acıların kadını” olarak tanındı. Allah rahmet eylesin diyelim. Bu adı şimdilerde Mahsun Kırmızıgül ile anmaya başladık. İsimler değişmiş fakat belli ki acı yerinde kalmış.
Doğrudur, Mahsun bir arabesk temsilcisi olarak kendi geçmişine, şarkılarına, sanatına, ekranına hep o acıyı katmış. Ne de olsa o acıların çocuğudur. Acıyı şarkılarına yansıtışı konusunda çok içten ve doğal bulmasam da ekrana yansıttığı projelerde bu işi ustaca, profesyonellikle yaptığı kanaatindeyim. Hikâyenin içine öyle dalıyorsunuz ki iliştirdiği acıdan tatmamanız mümkün değil.
Mahsun’un yapımlarında Anadolu insanının kültürü, özlü mesajlar ile harmanlanır genelde. Acılar, sunulan kültürü ve mesajları içselleştirmemizi sağlıyor bir ölçüde. Ben Mahsun’u sinsi emeller taşımayan, hamurunu bu toprakların çamurundan kazanan bir değer olarak tanırım. Aksi söz konusu olsa güçlü projeleri ile insanlarımızı özünden uzaklaştıran kimilerinden daha iyi yapardı bu işi.
Bu yazıyı kaleme almamdaki asıl sebep Karadeniz’in evlatlarından biri olarak şu günlerde milyonların hayranlıkla takip ettiği “Benim İçin Üzülme” dizisidir.
Dizi hakkında pozitif-negatif yaklaşımlar vardır muhakkak, olmalıdır da. Fakat benim görüşlerimde negatif cihetlere yer vermeyeceğim bu yazımda.
Ben duruşuyla biraz ciddi adamım. Ama öte yandan özümde de Lazlık olunca ülkemizin kimi şehirlerinde tanıdığım insanlar fıkra gibi adam göremediklerinde: “sen nasıl Lazsın” demelerinden misalle, bizim yöremizin insanı hep neşeli ve etrafına neşe dağıtan, sakarlıkları ve saflıkları ile gülen, güldüren bir profilde tanınır. Bu tanımın gerçeklik payı olsa da insanımızın içinde nicelerini boğacak ağlar havuzları ihmal edilir nedense. Özellikle aile bağları bambaşkadır Karadeniz’de. Mahsun, bu ayrıntıyı kendi arabeskiyle yoğurarak çok başarılı sunmuş ekrana.
Bulmacalarda bile: “Karadeniz halkından olana ne denir” diye sorduğunda cevap; Laz olur. Ve Laz denince de “celiyrum, cideyrum” akla gelir. Hâlbuki Lazca diye Türkçe’den çokça beslenen başka bir dil var ortada. Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi, Hopa, Borçka gibi ilçelerde konuşulur bu dil. Ama istisnalar bir kenara herkes kendine mahsus Türkçesini de kullanır. Hatta yeni nesiller Lazca’dan ve yöresel Türkçe şivelerinden hızlıca uzaklaşmaktadır maalesef. İstanbul Türkçesi egemenliğini her geçen gün arttırıyor. Mahsun bence bir ilki başarıp ilk defa bölgenin gerçek şivesini, hatta Lazcasını gerek türkü tadında gerekse diyaloglarda ustalıkla yansıtmış seyircilerine. Tabi bütün marifeti Mahsun’a münasip görmek haksızlık. Oyuncular da bu doğallığı sunabilmek için önemli fedakârlıklar yapmış duyduğuma göre.
Erzurum’dan bir grup arkadaşımı Pazar’daki köyüme götürdüğümde bana aynen şunu söylemişlerdi: “Allah sizi bu dünyada cennette yaratmış, ahrette cennet beklemeyin.” Ben çocukluğumda bütün insanların cennette yaşadığını düşünürdüm. Fakat büyüyüp dolaşmaya başlayınca yanıldığımı fark ettim. Yeşilin her tonunun denizle resmedildiği, yeşilinden toprağın rengini göremediğimiz bir cennetteyiz gerçekten. Elbette göz alışınca fark edemiyoruz ama uzaklaşınca da hemen özleriz. Yapamayız yaşilsiz, mavisiz. Mahsun, projesinde turizm açısından büyük bir jest yapmış bölgeye. Güzellikler; farklı açılardan, görüntü teknolojisinin de marifetleri ile harika yansıtılmış. Bir kere daha hayran kaldık topraklarımıza.
Yöre insanımızın öfkesi de havası gibidir. Çabuk değişir, tez söner. Samimidir yüreği, samimiliği sever ve o samimiyeti görünce de hemen bağrına basar. Kimseyi kendine yabancı saymaz. Yabancıya yabancılığını unutturur. Dizide Kürt-Laz ikilemi görünse de şimdilik bu etnik bir sebepten değil, evlat acısındandır ki ilerleyen bölümlerde kardeşlik vurgusunun gün yüzüne çıkacağını tahmin edebiliyorum.
Daha birçok şey sıralanabilir ama okuyucularımızı yormama adına noktayı hatırlıyor, Mahsun’u ve ekibini başarılı projeleri için tebrik ediyor, bir Karadeniz temsilcisi olarak emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.    
Önceki ve Sonraki Yazılar