Ahmed ÇITLAKOĞLU
Hz. Muhammed (s.a.v) Haftası...
Kutlu Doğum Haftası…
Kutlu doğum; Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimizin doğum günü… Mevlid-i Şerif, Mevlid Kandili, Veladet Kandili…
Peygamber (s.a.v) Efendimizin doğum günü Hicrî Rebiülevvel yının on ikinci gecesi…
Her yıl bu tarihte bütün İslam âleminde ve ülkemizde Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimizin doğum günü kutlanır… Ayrıca ülkemizde her yıl 14-20 Nisan tarihleri arasında Diyanet İşleri Başkanlığı organizasyonuyla “Kutlu Doğum Haftası” adı altında özel bir gündemle Peygamberimiz tanıtılmaya ve anlatılmaya/anlaşılmaya çalışılmaktadır.
Veladet Kandili, sıradan bir doğum günü kutlaması olmadığı gibi Kutlu Doğum Haftası da herhangi bir kutlama haftası değil… Nice anma günleri kutlamalarının en anlamlısı ve en güzeli… Hatta başlı başına bir peygamber haftası, Hz. Muhammed (s.a.v) Haftası!
Kutlu Doğum münasebetiyle Diyanet İşleri Başkanlığının bütün hizmet birimleriyle top yekûn bir hafta boyunca seferber olması ne kadar takdir-e şayan ise, maalesef sair kurum ve kuruluşların bu haftaya sükûtu ve ilgisizliği de bir o kadar hayrete muciptir.
Yılbaşında sözde Hz. İsa (a.s)’ın doğum gününe, bir sevgililer gününe, sözde anneler ve babalar gününe, hatta doğum günlerine gösterilen alaka, nedense Sevgililer sevgilisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizi anma gününe gösterilmez!
Nedense, Hz. İsa’nın doğum gününde cadde ve sokakları süsleme yarışına giren belediyeler, Hz. Muhammed’in (s.a.v) doğum gününü hatırlamazlar.
Açılış-kuruluş yıl dönümü gibi özel gün gerekçeleriyle hediye paketleri hazırlayıp indirimli(!) fiyatlar uygulayan Müslüman tüccar ve esnaflar; nedense Kutlu Doğum’da aynı hassasiyeti göstermezler!
Hatta daha da üzücü ve düşündürücü olanı; Hz. Muhammed (s.a.v)’in ümmetiyim diyen, namaz kılarken ve oruç tutarken görülen bazı Müslümanların, Kutlu Doğum Haftası kutlamalarını anlamsız görüp protesto etmeleridir.
Kutlu Doğum münasebetiyle yapılan etkinlikleri yetersiz veya eksik, ya da bazı etkinlikleri sünnete uygun görmeyip eleştirmek mümkün olabilir… Bu eleştirilerin bir mantığı vardır. Lakin Kutlu Doğum Haftası etkinliklerini toptan ret etmenin; “Hz. Muhammed’i (s.a.v) niçin anlatıyorsunuz, O’nu niçin tanıtmaya çalışıyorsunuz?” demekle eş anlama geldiğini idrak edememek büyük bir gaflettir.
***
Toplumda Birlik ve Beraberlik…
Diyanet İşleri Başkanlığı, her yıl farklı bir tema ile kutlamaları daha da anlamlı hale getiriyor. Bu yılın teması; “Tevhid ve Vahdet” Gelin Birlik Olalım.
Gerek ülkemizde, gerek bütün İslam âleminde genelde bütün insanların özelde Müslümanların dert ve sıkıntıları bitmiyor. Esasında bunların sebebi de, çaresi de bilinmiyor da değil. Lakin uygulamada başarı sağlanamıyor.
Evet, toplumda tevhid ve vahdet, birlik ve berâberlik önemli… Lakin birlik ve berâberliğin tesisi ve bozulmaması için öncelikle fitneci ve arabozucu kişilerin tuzaklarına düşmemek gerekir!
Hz. Mevlânâ, insanların fitneci ve arabozucu kişilere aldanmaması gerektiği hususunda Mesnevî’’de vecîz bir hikâye nakleder: “Bir bahçıvanın sûfî, fakîh ve seyyidi birbirine düşürüp ayırması”
Biri fakîh, yani din adamı, hoca; biri seyyid yani Hz. Peygamber’in neslinden; biri de sûfî, yani derviş olan üç arkadaşın birbirlerine destek vermemelerinin akıbetini anlatan nefis bir hikâye…
Bu üç arkadaş bir bağa girerler… Bunları gören bahçıvan kendi kendine söylenir: “Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, reddedilmez yüzlerce delillerim var. Var ama onlar üç kişi bir topluluk; topluluk ise güçtür, kuvvettir, rahmettir.
Tek başıma üç kişi ile uğraşamam. Bu yüzden onları birbirinden ayırmam gerek. Onların her birini bir tarafa atayım, yalnız kalınca da onların birer birer hakkından geleyim.”
Önce Sûfîyi arkadaşlarının gözünden düşürmek için hileye başvurur. Sûfîye der ki: “Haydi eve git de, bu arkadaşlar için bir kilim getir!”
Sûfî gidince bahçıvan, Fakîhe: “Sen tekinsin; din hususunda bilgin bir kişisin. Bu arkadaşın da ünlü bir seyyid, yani Peygamber neslinden gelen bir kişidir. Biz senin fetvanla ekmek yiyoruz, senin bilgi kanadınla uçuyoruz. Bu da bizim sultanımızın şehzadesidir. Yani büyük Peygamberimiz soyundan gelmiş bir seyyiddir. Onun bunun sırtından geçinen bu pisboğaz sûfî de kim oluyor ki, sizin gibi padişahlarla oturup kalksın? Gelince onu yanınızdan uzaklaştırın; savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, bağımda misafirim olun kalın. Ey benim sağ gözüm olan fakîh ve seyyid; bağ ve bahçe de nedir ki; benim canım sizindir” diyerek içlerine şüphe düşürür…
Sûfî gelince arkadaşları onu yanlarından uzaklaştırırlar.
Arkadaşlarından uzaklaşan Sûfiye elinde kocaman bir sopa ile yetişen bahçıvan: “Bu ne biçim sufîlik? Bu nasıl dervişlik? Fırsat bulunca hırsızlık için onun bunun bağına giriyorsun! Bu hırsızlık yolunu sana Cüneyd mi gösterdi, yoksa Bâyezid mi? “ diyerek iyice döver.
Sûfî; “Bana olacak oldu, benim nöbetim geçti, ama ey arkadaşlar, sizin de başınıza neler geleceğini düşünün, kendi nöbetinize hazırlanın. Siz beni yabancı bildiniz ama bu kalpazandan da yabancı değilim. Bunu da bilin. Benim yediğim dayağı siz de yiyeceksiniz. Böyle bir şerbet, her alçak kimsenin cezasıdır” diye söylenir.
Bahçıvan, sûfîyi dövüp ondan ayrıldıktan sonra, Seyyid’e yönelir. “Ey seyyid! Sen de eve git; öğle yemeği için yufka ekmeği pişirtmiştim. Evin kapısında Kaymaz’a söyle, o pişmiş yufka ekmeği ile pişmiş kazı getirsin” der.
Seyyidi eve yollayınca hocaya der ki: “Ey keskin görüşlü kişi! Sen fakihsin, senin fakih olduğunu herkes görüyor, biliyor. Bu apaçık meydanda. Arkadaşın ise seyyidlik taslıyor. Hz. Peygamber’in neslinden gelen seyyidim diye bir iddiada bulunuyor. Hâlbuki onun atasının ne yapmış olduğunu, ne iş işlediğini kim bilir? Zamanımızda nice ahmaklar kendilerini Hz. Ali soyundan, Peygamber neslinden göstermektedirler.”
Seyyidin arkasından eve giden bahçıvan, “Ey eşek! Seni bu bağa kim çağırdı? Sana hırsızlık Peygamber’den mi miras kaldı? Arslanın yavrusu arslana benzer. Söyle bakalım sen Peygamber’e ne yüzden benziyorsun?” diyerek güzelce Seyyidi de döver.
Seyyid, bahçıvanın dayağından perişan bir hale gelince, fakîhi hayalinden geçirerek: “Ben sıçradım sudan çıktım, ben nöbetimi savdım. Sen şimdi yapayalnız kaldın, ayağını denk al! Ben seyyid değilsem de, senin sohbetine layık bir arkadaş olamadımsa da, senin için bu zalimden daha değersiz, daha aşağı değilim ya!” söylenir.
Bahçıvan, seyyidi de dövüp ondan da kurtulunca bu defa fakîhe yönelir: “Sen fakîh misin? Fakîhlik nerede, sen nerede? Ey her aşağı kişiye ayıp kesilen, ar olan en günahkâr, en kötü insanlar bile senden utanırlar. Ey eli kesilesi, bağa girersin de izin var mı, müsaaden var mı demezsin; bu mu senin fetvan? Böyle bir rûhsatı, izini islam hukukuna ait fetvaları ihtiva eden tanınmış kitaplardan Vasît’te mi okudun? Yoksa Muhît’te mi var?” diyerek, fakîhi de saf dışı bırakır.
Dayağı yiyen Fakîhin “Hakkın var, vur! Vur ki, fırsat eline geçti. Dostlardan ayrılanın lâyıkı budur!” diye söylenmesinin artık bir anlamı olmayacaktır.
İşte birlik olamamanın, birbirine destek olamamanın, fitneci bahçıvanın tuzağını görememenin acı akıbeti!
***
Ya Rabbî! Kâinatın, bütün varlık âleminin kendisiyle övündüğü, iftihar ettiği (Fahr-i Kâinat, Mefhar-i Mevcudat) Gönüller Sultanı, Güller Sultanı, En Güzel Sevgili, Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizi hakkıyla sevmeyi, O’nu ve getirdiği mesajları iyi anlamayı, anladıklarımızı düşünce ve amel noktasında hayatımıza tatbik etmeyi, O’nun gibi bir kul, O’nun gibi bir evlat, O’nun gibi bir eş, O’nun gibi bir baba, O’nun gibi bir arkadaş, O’nun gibi bir komşu, O’nun gibi bir tebliğci, O’nun gibi bir idareci, O’nun gibi bir devlet adamı olmayı bizlere nasip eyle!..
“…Sizin için Allah'ın Resûlü'nde pek güzel bir örnek vardır…” (Ahzâb sûresi, 21)
Vesselam…
18 Nisan 2016 / 10 Recep 1437