Hırçın Karadeniz’in incisi Rize’nin kıyılarına dört gün boyunca sanat rüzgarı eserken, hırçın sularda sükuta eren dalgalar vardı. Her bir dalga bu kez ebru ile coşup hat ile duruldu.
İstanbul'dan Rize'ye uzanan bir vefa eliydi, memleket özlemi farklı şehirlerdeki Kopuzlar’ı bir vakıftan öte aynı ailede toplayan Kopuzlar Vakfı, yine güzel bir organizasyona sponsor olup sanat denizinde yüzme fırsatı vermişti bize.
Birbirinden kıymetli sanatkârlarla hat, tezhip, minyatür ve ebru sanatının sonsuz güzelliğinde duru bir ruhun yansımasında gezindi sanatseverler.
Hat sanatı İslâm yazı sanatının sonsuz güzelliğini temsil ederken Karadeniz’in incisi Rize, hattatlık sanatının seyir defterine altın tozuyla çizdi manevi ruhun güzelliğini.
On sanatkâr ve dört sanat dalından oluşan kırk beş eserle gerçekleşen sergiyi yoğun ilgi ve hayranlıkla gezdim.
Her bir tablonun içinde adeta muhabbete daldım, renkler ile dans ettim. Kapıdan itibaren farklı diyarlara yolculuk gibiydi. Uçsuz bucaksız sanat denizinde kulaç atarken, Ayşe Emine Sultan Çelik Hanımefendi’ye kulak verdim ziyarete gelen öğrencilerle konuşurken: “Her şeyde bir simetri vardır, matematiğin olmadığı hiç bir şey yoktur. Ve hayal gücü, yeri geldiğinde hayal ettiğinizin dışında renklerle devam ediyordu. Zümrüdü ankayı bilirsiniz. Bilinmeyen bir kuş aslında, burada hayal gücünüzü kullanmanız gerekiyor. Sordum hayal gücüme, “Ne istiyorsun?” diye, “Renkleri istiyorum.” dedi. Renkler ile bir denge kurmanız gerekiyor. Sanat tamamen doğadan esinlenen bir olaydır ve ciddi anlamda bir terapisttir. Başka mesleklerde olsanız bile hiç fark etmez, muhakkak hayatınızda sanatın bir dalı olmalı. Kendinize ayıracağınız zaman, kendi ruhunuza yapacağınız en büyük iyiliktir sanat. Yeryüzündeki bütün zıtlıklar güzellikleri oluşturmuyor mu? Gül çok güzel; kendisi kıpkırmızı, yaprakları yemyeşil. O renkleri üzerinize giymezsiniz, hep uyum istersiniz ama doğadaki muhteşem renkler zıtlıktan ortaya çıkıyor.”
O kadar güzel anlatıyordu ki hat sanatını, tezhip sanatını... “Sanat denizinde boğulmaya gönüllüyüz” dedi, “Bunu biraz açar mısınız?” dedim. “Yani, bizim için sanat bir umman. İlk başladığınız zaman onun kıyısındasınız, yavaş yavaş içine girmeye başlarsınız. Sahilde yürüdüğünüzü hayal edin: Su ayağınıza vurdukça çok mutlu olursunuz, yavaş yavaş içine girersiniz ama boğulma seviyesine geldiğinizde geriye kaçarsınız. Sanat öyle değil, ona daldıkça müthiş zevk aldığınız için daha ileriye gidersiniz ve boğulmaktan en büyük zevk aldığınız yer sanat denizidir. Battıkça, yakaladıkça bir eseri ortaya ilk çıkardığımızda tamamdır, çok güzel oldu; uygulamaya geçtiğimizde yavaş yavaş “Şu şöyle de olsa mıydı, şurayı şöyle mi yapsam?” diye diye eserin yarısına geldiğiniz zaman daha güzelini aramaya başlarsınız. Bitirdiğinizde çok mutlusunuz ama bir sonrakinin daha güzel olması için uğraşırsınız. Bu sizi devamlı daha derinlere çeker, daha fazla boğulun diye uğraştırır ama siz de bayıla bayıla, seve seve o denize girip boğulursunuz. Sanatta da yaşamda da her şeyde de hayal gücünüzü ve içinizdeki çocuğu özgür bırakacaksınız. Ara sıra o size yol gösterecek, başarının bir yerde de ana temelini bu oluşturuyor.
Sanat terapidir, sanatla ilgilenen insanın psikoloğa ihtiyacı olmaz, kesinlikle ruhu dinlendiren mükemmel bir uğraştır sanat.
Evim, ocağım, yurdum...
Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım, tozunu yıkayamadığım, pasını silemediğim...
Asırlar boyu sılam, memleketim, vatanım.
Kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım, hasretim, hicrânım firkatimsin...
Sustukça hoş geçimlim, dile geldikçe parlayan alemim,
Esenliğim sevincim, neşem aziz memleketim...
Bir sıla-ı rahimde daha buluşmaya geldik
Hani derler ya, bülbülü altın kafese koymuşlar illa da vatanım demiş, diye…
10 yaşında Rize’den ayrılan Ahmet Koç, çocukluğunun o on yılında soluduğu Rize ve mahalle kültürü kokusunu nasıl çekmiş ise ciğerlerine, İstanbul’da her nefes verişinde Rize’den soluduğu havayı verdi İstanbul sokaklarına ve İstanbul da küçük Rize neden olmasın değil mi?
Rizeli ünlüler adında bir sayfa kurup Rizeli ünlüleri de tek çatı altında buluşturan KOÇ'un birçok dernekte üyelikleri ve başkanı olduğu Beşiktaş Rizeliler Derneği çatısı altında, çocukluğunda ciğerlerine depolayarak gittiği İstanbul Beşiktaş’ta Rizelileri tek çatı altında toplayıp Rize’yi yaşadı. Ama bitmedi, Rize’ye de İstanbul’u taşıma vakti gelmişti.
Beşiktaş Rizeliler Derneği Başkanı Rize Dosmalı Ahmet Koç’a sordum: “Rize’ye İstanbul’dan klasik sanatlar sergisini taşımak fikri nasıl oluştu?”
“Rize benim vazgeçilmezim, hep bir şeyler yapmayı düşünürdüm ama karar verememiştim ne olmalı diye. Geçen sene tezhip sanatçısı Ayşe Mine Sultan Çelik Hanımefendi, Rize’de klasik el sanatları ile ilgili sergi ve sunum yapabilir miyiz, diye bu konuyu açmıştı bana. “Rize’de Ebruli Yaşam ve Sanat Derneği var, bu konuda güzel çalışmalar yapıyorlar, yardımcı olur size” dedi bana. Biz de dernek başkanı Hülya Cerrahoğlu Hanımefendi ile irtibata geçip konuyu görüştük. Klasik el sanatlarında hangi branşları ve hocalarını, eserlerini götürebileceğimiz konusunu netleştirdik. On değerli hocamızı ve beşer eserini Rize’de sergilemek üzere yola çıktık. Hocalarımız dalının en iyilerinden, isim yapmış hocalardı ve Rize’de gençler ile buluşup gençlerin tüm sorularını sabırla, en ince detayları ile cevapladılar. Okul her yerdeydi, Rize’de olduğumuz bu süre zarfında her bir öğrenciye her bir tablo önünde açıklamalar yapıldı. Gençler tezhip sanatının ince ayrıntılarında gezinirken toplum ve ruh sağlığında tedavi gören hastalar, ebru ile terapi gördü. Katılım, ilgi çok güzeldi; bürokratların büyük ilgi ile gezdiği klasik sanatlar sergimize yerel halkın da ilgisi büyüktü. Sergimizi gezen her bir ziyaretçiden güzel dönüşler aldık. Bu da bizi mutlu etti. Seneye daha detaylı bir organizasyon ile Rize’de tekrardan siz sanatseverler ile buluşacağız.” dedi.
Karadeniz’in hırçın sularında dört gün boyunca sular duruldu. Ney sesi “Fikrimin İnce Gülü” nameleri ile kulaklarımızı okşarken hat sanatçısı Gürkan Pehlivan, yazıya ''Bismillah'' diyerek başla diyordu. “Yazarken konuşma, nefesini tut. Her kalem hareketi bitince, nefesini tazele, yazdığın harf üzerinden bir daha kalem yürütme, yalnız noksan gördüğün bazı yerlere kalemin ucu ile dokunuvermekle iktifa et. Yazma işi bittikten sonra, kalemin ucunu yavaşça kurulayıp yerine koy. Kalemin, kağıdın ve mürekkebin sırları olduğunu unutma. Onun için bunların iyisini seç, yerinde ve dikkatli kullan.” diye anlatıyor, dinleyenleri adeta sanat denizinde kulaç attırıyordu.
Erzurumlu olan hat ustası Gürkan Pehlivan fahri Karadenizli olarak yollara düşmüş, İstanbul’dan Rize’ye doğru akan sanat ırmağına mürekkep karıştırarak hırçın Karadeniz’in dalgasını dinginleştirdi.
Ney ezgilerinin klasik sanat ile düeti devam ederken gençler ebru sanatı üzerine Fatma Taşçı Ankay Hanımefendi’den ebru sanatının inceliklerini, ebru fırçalarının suya dokunarak nasıl şekil aldığını dinliyordu.
“Bir dakika ya! Komar çiçeği var da, çay çiçeğum neden yok ki?” dedim. Sesime döndü Fatma Taşçı Ankay, “Olmaz mı?” dedi. “Hem de yalnız değil, atmacanın yanında.” dedi.
Gözlerim ebru sanatı ile yapılmış çay çiçeğinin büyüleyici güzelliği ve doğallığının ahengine dalmışken “İşte bu.” dedim. “İşte bu.” Rize’deki bir sanat sergisinin olmazsa olmazı; çay çiçeği.
Çay bizim vazgeçilmezimiz, ilaç sınıfına alınmalıdır, derim hep.
İlla da çay, illa da çay derken elimizde çay bardağı, karşımızda çay çiçeği ve o eserin sahibi sanatkar ebru hocası Fatma Hanım söze başladı, “Bu benim hayalimdi. Rizeliyim, İstanbul’da yaşıyorum ve bu sanata başladığımda ilerledikçe hocamın da dediği gibi sanat denizinde boğulurken bir gün çay çiçeği ve atmacayı suya çizip memleketimde sergileyecektim. Önceki yıllarda Rize’de yine bir sanat sergisine katılmıştım ama o zaman çay çiçeği ve atmaca yoktu. Hayal ettim, azmettim ve Firdevs Hocamın eğitimi ile bu gördüğünüz eserleri siz sevgili sanatseverler ile buluşturdum. Şu an gerçekten çok heyecanlıyım ve sizlerin gelip de çay çiçeği yok mu demeniz bile beni mutlu etti. Demek ki olması gerektiği gibi Rize’de bir sanat sergisinde çay çiçeği olmalıydı. Atmaca olmalıydı. Şu an benim hayalim gerçekleşti. Hayalimi ben suya ardından da tabloya resmettim, Beşiktaş Rizeliler Derneği de Rize’de sergilememe vesile oldu.”
Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Serviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir, der Mevlana. Rizeliler sanat denizinde altın tozların suyunda yüzerken kim bilir sergiyi gezen kaç öğrenci ileride bu denizde boğulmak için kendini sulara atacaktı.
Kaçı kendi eserini tuğra ile adına özel yapacaktı?
Ve kim bilir kaç hasta ebruyla suya düşen damlalardan şifa bulacaktı?
Teşekkürler Dosmalı.
Teşekkürler organik Rizeli.
Uçsuz bucaksız yeşilin çocuğu İstanbul'da renklerimizi unutmadığın için, çay deminde Rizelileri çay bardağından çıkan dumanın etrafında soğuk kış gününde muhabbet ile ısıtan adam.
Dağmaran’da çayı demletip kokusunu İstanbul’a kadar ulaştırıp İstanbul’u Rize’ye taşıyan adam! Denize oltayı attırıp balık vurunca mavinin diğer ucundan mutlu olan organik Rizeli, bizi bu kez de klasik sanatlar denizi ile buluşturduğun için ekip arkadaşlarına ve sana sonsuz teşekkürler.
Sanata ve sanatçılara her daim destek veren sponsor olan Osmanlı Sigorta sonsuz teşekkürler size de.