MATRİX BİLMECESİ

Serpil TUNCER
Matrix filmini izlemişsinizdir. Üç bölümden oluşan filmin ilki 1999 yılında çekildi.  Yapımcısı Andy ve Larry Wachowski kardeşler. Film, gösterime girdiği tarihten itibaren epey yankı uyandırdı ve uyandırmaya da halen devam ediyor. Dönüp dönüp tekrar izlenmesi gereken bir film. Özellikle felsefi açıdan insana soru sorduruyor ama  filmin gündeme gelmesi başrolü oynayan (Kenau Reeves) kurtarıcı Leo’nun pasaport tarihinde 11 Eylül 2001 yılını, 1999 yılında yayınlanan ilk Matrix filminde göstermesi oldu. Bu tarih hatırlayacağınız gibi Amerika Birleşik Devletlerine yapılan ikiz kule saldırısının tarihi. Bu tarih rastlantısal olabilir ama olamaya da bilir. Benim ilgimi çeken Matrix filminin başka büyüsü.  Matrix, ileriki yıllarda insan yaşamın nasıl olabileceği halinin bir görüntüsü bence. Hatta felsefe profesörleri bile Matrix filmine kafa yormuşlardır. İçerdiği sahneler, düşle gerçek, sanal ve gerçek arasında gidip gelmektedir. Düşte öldüğünüzde gerçek dünyaya dönemiyorsunuz ve dünyada öldüğünüzde ise sanal hale bürünemiyorsunuz. Kim ajan, kim insan belli değil. Bu filmde, iletişim dünyasının nerelere gelebileceğinin en güzel kanıtlarını görebilirsiniz.

         İletişim deyince Jean Baudrillard’ın simülasyon kuramı tam da bu filmi anlatır. Sanki film bu kuramdan esinlenerek yapılmıştır. Simülasyon kuramını Baudrillard şöyle anlatır;

          İnsanın artık gidecek yeri kalmamıştır, ilerleyeceği ulaşacağı bir hakikat yoktur. Ne modernizmin bireyi ne de postmodernizmin öznesi vardır. Akılcılık ve akıl dışılık gibi kavramların yeri yoktur. İnsana ilişkin her şeyin, ilişkilerin, pratiklerin, düşüncelerin, duyguların, düşlerin, hayallerin, medyanın, simge ve imge dünyası içerisinde üretildiği tüketildiği yeniden üretildiği ve böylece sürüp gittiğini ifade eder. Ve devam eder; Medya gerçek üstü bir dünya sunar. Burada geçmiş ve gelecek yoktur.  Simülasyon ortamı vardır. Simülasyon gerçeği yutmuş hatta gerçeğin önüne geçmiştir. Simülasyon dünyasında gerçek yaşamın pratikleri yer almaz. Gerçek ilişkilere rastlanmaz. İktidar ilişkileri, egemenlik, bağımlılık ve sömürü ilişkileri ile ilgilenmek anlamını yitirmiştir. Kitle iletişim araçları ile akıl almaz bir hızda ileti bombardımanı yapılmaktadır. Ardı ardına verilen gözlerimize ve kulaklarımıza teğet geçen bu sürekli ileti akışında insanlar algılarını yönetmekte güçlük çeker.

        İlginç değil mi? Kuramı Matrix’e göre okuduğunuzda hangisinin senaryo yazarı olduğunu anlamıyorsunuz. Sizce senaryo, kardeşlere mi ait yoksa kuramcıya mı?