Huzur…Adı gibi tadı da tatlı.Tatlı derken; dile varan lezzetten ziyade ruha erişen tat, mutluluk, kendini bırakma, kabul görme hali. Gittikçe bizden uzaklaşan, alınıp satılması muhtemel olmayan insana özgü o ruh hali …
Huzur her şeyden önce ortam ve ruhla ilgilidir. Anarşinin, terörün, açlığın , fakirliğin, işsizliğinin, çaresizliğin kol gezdiği bir yerde huzurdan söz edemezsiniz. Pencereleri tüm alıcı - vericilere kapatmak lazım ki başkalarının huzursuzluğu bizi etkilemesin. Kaldı ki insanın böyle davranmasının mümkünü yoktur. Çünkü bugün başkasını etkileyen bir sıkıntı, yarın bizi de yıkar geçer. Huzur, bireyin içinde yaşayacağı bir durumdur ama dış şartlara açıktır. Huzurun kırılgan yapısı dıştan gelen her etkiye tepki vererek peşine sürüleri de katıp toplu bir kaosa sebep olabilecek kadar güçlü bir silahtır.
Şeytan aldı satamadan getirdi huzuru. Bir yanı hep eksik, yamalı kaldı. Çünkü günümüz yaşayış tarzı ve genel kabul görür dünya görüşü toplum huzurundan ziyade bireyin huzuru üzerine kurulduğu için sistem ister istemez bir yerde sıkışıp kalıyor. Paralı, sosyal güvencesi , iş güç sahibi olan birey refah içinde yaşıyorken, parasız, eğitim aldığı halde işsiz, bu sıkıntıların çaresizliğiyle bir de üzerine hastalık binen bireyin feryadı ancak kendi dağında yankı buluyor.
Sınav üzerine sıvan yapan sitem… İş alanını üretmeden okul açmayın bence. Ovaları, arazileri, dağları, sahiller, bağları boş yatırmayın. Eldeki kaynakları etkin kılmak gereklidir.
Her şey parayla da olmaz. Ekonomik sıkıntılarla beraber, kafaları da yenilemek lazım. Töre cinayetlerini, namusu namlunun ucunda arayan zihniyeti, ası astarı olmayan kan davalarını, cahiliye devrinden kalma adetleri, zengini zengin yapan, fakiri fakir yapan sitemi, hakkı-hukuku yaşama ait her sıkıntıyı irdelemelidir.
Huzur, toplumun her kesiminde alınması değil, verilmesi hak olarak görülen bir zihniyetin üzerinde yeşermelidir. Ne kadar huzurlu toplum, o kadar huzurlu birey anlamına zaten kendiliğinden gelecektir.