Akif’in “garbın ilmini fennini alınız” tavsiyesini herkes beğenir. Ancak, son zamanlarda her şeyi garbın bizden iyi bildiğini anlatanlara çok güceniyorum. Tarihimizdeki insan yetiştirme başarılarımızın görmezden gelinmesini sindiremiyorum. Hangi eğitim ve eğitim yönetimi faaliyetine katılsam Avrupalı birkaç isimin durmadan tekrar edilmesi ve abide şeklinde bize ezberletilmesine kesinlikle katılmıyorum. Sanki 600 yıllık Osmanlı bize hiçbir şey öğretmemiş gibi davranılmasını ard niyetli buluyorum. Bu düşünceden hareketle Mevlana’yı hocam diye tanıtan ama aslında Kasım 1244 tarihinden sonra Konya’da Mevlana’nın hocalığını yapan Şems-i Tebrizi’nin eğitime bakış açısından birkaç örnek paylaşmak istiyorum.
Öğretmenliği tasviri ile başlayalım:“İlim tahsilim; müzakere şeklinde olmuştur. Hoca dediğin hem öğrencin olmalı hem öğretmenin. Dostun olmalı, sırdaşın olmalı. ‘Ben söyleyeyim, sen dinle’ dememeli. Söylemeden anlamalı. Hoca dediğin haldaş olmalı. Vaaz verir gibi konuşmamalı. Gönlüne ipotek koymamalı. Bazen hamur etmeli mayayı. Bir kelime söylemeli ki, ciltlerce kitaplardaki manayı akıtmalı. Damlada deryayı sunmalı hoca dediğin. Arayan olmalı, aranılan olmalı. Hoca dediğin adayan olmalı kendini. Ezber bozan olmalı. Ketumluğa (kısırdöngü) boğmamalı insanı.” (öğrenci merkezli eğitim veya kubaşık eğitim)
Şems-i Tebrizî aslında öğrencisi olan Mevlana’yı hocam diye tanıtır ve ders ortamını şöyle anlatır: “Mevlana ile ilim sohbetimiz; kimi zaman soru-cevap, kimi zaman benim konuşup Mevlana’nın sustuğu, ya da Mevlana’nın anlatıp benim dinlediğim hasbıhal olarak geçiyordu.”
Şems, eğitimde başarıyı aşka bağlar ve sevmeden eğitimin olamayacağını her fırsatta vurgulardı. Öğrencisini sevmeyenin öğretemeyeceğini ve hocasını sevmeyenin de öğrenemeyeceğini ısrarla tekrar ederdi. Hatta, insan ile şeytanın arasındaki farkın aşk olduğunu anlatır, şeytanın insana ihanetinin sırrının da aşksızlıktan kaynaklandığını her zaman hatırlatırdı.
Bir gün bir gurup felsefeci Mevlana’yı cevap veremeyeceğini düşündükleri sorularla bunaltmak için ziyaret ederler. Taleplere cevap vermeden sorularını Şems’e sormalarını ister Mevlana. Felsefeciler, Şems’e üç soru sorarlar: “1. Allah var dersiniz ama görünmez. Göster de inanalım. 2.Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azap edileceğini dersiniz. Hiç ateş ateşi yakar mı? 3. Ahrette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezasını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları istediği gibi yaşasınlar. Özgürlüğü niye bu kadar kısıtlarsınız?” Şems, soruları dinledikten sonra bahçede bulunan bir kerpici alarak adamın kafasına vurur. Yaralı ve ağrılı felsefeci arkadaşları tarafından kaldırılır ve Konya kadısına şikâyete giderler. Kadı duruşmada ağrılı felsefeciye durumu anlatmasını söyler. Felsefeci de; “Ben soru sordum, o başıma kerpiç vurdu.” diye şikâyette bulunur. Savunma durumundaki Şems de, “Ben de cevap verdim.” şeklinde kendini savunur. Savunmayı yeterli bulmayan kadı açıklama ister Şems’ten. Şems de cevap verir: “Bana Allah’ı göster dedi. Eğer görülmeyene inanılamayacaksa felsefeci bana başının ağrısını gösterebilir mi? Bana ateşten yaratılan şeytana ateşle azap edilemeyeceğini söyledi. Eğer bu doğru ise topraktan yaratılan insanı topraktan yapılma kerpicin acıtmaması gerekir. Dolayısıyla şikayetçi olmamalıdır felsefeci. Bana, ‘bırakınız insanları nasıl isterse öyle yaşasın’ demişti. Benim de canım kerpici onun başına vurmak istedi. Şikâyetçi olması kendi haksız düşüncesinin ispatıdır.” şeklinde kendini savunur. (Bu eğitim metodunun adı da: Yaparak-yaşayarak öğrenme olsa gerek!)
Şems der ki; “aşkı öğretmek için önce güven, ardından yürek fırtınası estirmeniz gerekir. Ardından da sevgiyi parlatırsanız eğitemeyeceğiniz samimi insan kalmayacaktır.”
Eğitimin aceleye gelecek bir eylem olmadığını anlatırken de şöyle der; “Toprak hızlı yağan yağmuru nasıl emmezse, yürek de yavaş, aheste ve ağırlığınca onuru olan düşünceyi sever.”
Eğitirken yanmak gerektiğini de vurgulayan Şems, eğitimciyi anlatırken hep yanmaktan söz eder. Yanarak başkalarını ısıtmanın eğitmek olduğunu anlatır. “Yakacak olan üşümez.” vecizesi her şeyi özetler.
Eğitimde çevrenin rolünü vurgulayan Şems; “Bir insanı çok seviyor ve iyiliğini istiyorsanız, yârenlerini de fethetmeniz, mutlu etmeniz şarttır.”
Öğrencilerinin fakir ve bilgisiz olduğunu söyleyenlere de çok kızar: “Zenginliğinin kalıcı olduğunu zannedenler istemesini bilmezler. İstemeyen de alamaz. Biz istemesini öğretmek için çalışırız. Öğrencilerimin bilgisizliğine gelince; onlar benden bilgili olsalardı ben onların öğrencisi olacaktım.” şeklinde eğitimciliğini izah ederdi.
Mevzu için Şems örneği ummada bir katredir.