MİLLİ HÜZÜN BAKANLIĞI

Muhammet MARAP
Eğitim herkesi ilgilendirir.
            Aslında eğitimden ziyade okullar daha çok ilgilendirir.
            Okulla bağlantısı olmayan kimse yoktur çünkü.
            En az ömrünün 20 yılın okulda geçiren kişi okulu görmezden gelemez.
            Ya öğretmensiniz, ya öğrencisiniz, ya öğrenci velisisiniz, ya da bunlardan birisinin yakınısınız. Dolayısıyla eğitimle ilgili her şey muhakkak bir ucundan herkesi ilgilendirir. Bunun içindir ki; herkesin söyleyeceği bir şeyleri vardır.
            Eskiden beri adettendir, eğitimle ilgili bir değişiklik olunca iktidarı onaylayanlar bu değişikliği alkışlamıştır. Muhalefette kalanlar da eleştirmiştir. Genelde de savunanlar niçin savunduğunu, eleştirenler de niçin eleştirdiğini bilmezdi. İktidar gurubu “-Bizimkiler yaptıysa bir bildikleri vardır.” Muhalefet gurubu da, “-Bizimkiler yapmadıysa kesin yanlıştır.” kolaycılığına kaçarlardı.
            Psikoloji ve sosyoloji eğitimi alan ehli ilimden birisi çıkıp; “-Efendiler, ikiniz de yanlış düşünüyorsunuz.”dediğinde ise, ikisi birden: “-Bırakın onu, şovmenlik yapıyor.” diyerek işi kurtarmaya çalışırdı.
            Şimdi durum değişti galiba.
            Bir vatandaş olarak, sosyal gözlem yaptığınızda herkesin okullarla ve eğitimle ilgili bir derdinin olduğunu görebilirsiniz. Her iki kişiden en az birinin onayladığı değişimi, her 100 kişiden 99’u eleştiriyorsa bir terslik var demektir.
            Not aldığım birkaç örneği paylaşayım.
            Büyük bir tacir:
 “-Ben değişimi onayladım. Onaylamaya da devam edeceğim. Ama bir başörtüsü yüzünden bütün çocukların üniformalarını çıkarmak yanlıştır. Biz desteğimizi çekmedik ki; bu ürkeklik niye?”
Bir öğretmen:
“-Terfi etmek istiyorum. Öğrencilerimi de ihmal edemem. Birileri rapor alıp yöneticilik sınavına çalışıyor. Yüksek de puan alıyor. Sonra gelip amirim oluyorlar. Benden iyi bilmedikleri işi bana öğretmeye çalışıyorlar. Kahroluyorum. Şimdi sınava da girmem. Artık sözlü sınav icat oldu. Ben ebedi bağlantı bulamam. Değişimi destekledim, ezilen ben oldum.”
Terfi beklentili müdür adayı:
“-Sınavı kazanın dediler kazandık. Şimdi atanmak istiyoruz. Sözlü yapacaklarmış. Beni sözlü yapacak kişi ile sınava girmiştik. Kazanamamıştı. Ama sınavsız terfi etti. O kişi şimdi beni sözlü sınav yapacak. Abi ben şimdi kime yalvaracağım?”
Örnekleri uzatmaya gerek yok. Bunlar değişimi destekleyenlerin itirazı. Değişimi desteklememişlerin ise itirazı ortak: “-Bunlar krallık kuruyor. ‘Benim sözümle onaylanmamış kişinin terfisi mümkün değildir’ diyorlar. Bize zaten sıra gelmez”
Hangi tarafın haklı olduğunu tahlil etmek bana düşmez. Mevzu ile ilgili çözüm önerisi için sosyal psikolojinin tavsiyelerini de bir kenara not etmiştim. Bir gün lazım olur diye. Belki birilerinin işine yarar diye paylaşmak isterim.
  • Yönetimi devraldığınız zaman ekibinizi kendiniz kurmalısınız. Çünkü, başarınızı veya başarısızlığınızı ekibiniz belirleyecektir. Öyle atama yapmalısınız ki; sizi desteklemeyenler bile itiraz edememeli. Terfi ettirdiğiniz kişinin ideolojisinin eleştirilmesi normaldir, aldırmayacaksın. Lakin, atadığınız kişinin liyakati ve mahareti eleştiriliyorsa, dostlarınız bile sizi terk edecektir. Yanlış kişi ile doğru iş yapamazsınız. Yapmaya kalkışırsanız da yıkılmanız an meselesidir. Yöneticilerin sık sık değişmesinin sırrı da çoğu zaman budur. Yanlış işi doğru kişi ile yapmaya çalışmak da aynıdır.
  • Radikal bir değişiklik yapacağınız zaman önce yanınızdakileri ikna edeceksiniz. İkna etmek de yetmez. Yanınızdakiler, değiştireceğiniz durumu her kulağa fısıldayabilecek kadar gayretkeş olmalıdır. İlaç içmeye ikna edemediğiniz hastanın iyileşmesini beklemeyeceksiniz. Sonra “ben haklıydım” demek boş konuşma gurubuna girer. Hiçbir eleştiri havada kalmaz. Eleştireni ikna etmekle uğraşmayınız, enerjiniz eksilmesin. Eleştireni onaylayan bireyleri ikna etmek daha kolaydır. İşiniz doğru ise onlar sizi zaten anlar. Bunun için; "söz ustaları”nı siz konuşturmalısınız.
  • Birisinin selamıyla iş yapanlar, selamı göndereni de kendisini de sistemin içinde tutamaz. Böyle toplumların genellikle başka milletler tarafından yönetildiğine tarih şahittir. Bağımsızlık hiçbir zaman ikram olarak sunulmamıştır. Kendi içinde adaleti ihdas edemeyen milletler, başka milletlerden adalet dilenmeye başlar. Böyle devletleri merak edenlerin de tarihteki devletleri incelemesi gerekir.
  • Yönettiğiniz kişinin yaptığı işi yönettiğiniz kişilerden iyi bilmiyorsanız bir kuklasınız. Kaderiniz de yönettiklerinizin elindedir. Onlar yanlış evrakları size imzalatmasını ve acilen eve gitmenizin zeminini ustaca hazırlarlar. Siz de acemice gidişinizin sorumlusunu çatılarda ararsınız.
Bu örnekleri de çoğaltmaya gerek yok. Doğruyu söylersin; “asi” derler. Doğruyu yutarsın içine sığmaz. “Uçuruma yaklaşma düşeceksin” dersin, “muhalif” ilan ederler.
“Padişahım sen çok yaşa” sloganı ne kadar ucuzdur. Bazen “Padişahım sen öl” diyesi geliyor insanın. Bunu da gönül kabul etmiyor. Dostlarına onaylatılmamış doğru, doğru değildir.
Kim dinler veya okur bilmem ama, yutamadığım hakikatleri ilan etmekten ciddi haz alıyorum. Varsın dostlarım anlamasın. (Yüreğim onaylamasa da) varsın düşmanlarım alkışlasın.
Milli hüzün bakanlığına dönersek neşeli nesil yetiştiremeyiz. Hiçbir iş adamı ürettiği ürünü eleştirmez. Ne acıdır ki; hem ürünümüzü, hem ürünümüzü imal ettiğimiz tezgâhlarımızı yerden yere vurarak saadet dağıtmayı deniyoruz. Gaflet narkozu yemek böyle oluyor demek ki!