Öğrenmek isteyene doğruları anlatabilirsin de sabit fikirliye asla!.. Hele hele aynı tip bir kaç kitap olkuyup beyin tamamen tutulmuşsa Allah korusun.
‘Türk Milliyetçisiyim’ veya ‘Vatanseverim’ deyip de Atatürk’e laf etmek veya Başbuğ Alparslan Türkeş’i Atatürk karşıtı göstermek cahillik, bilgisizlik ve ihanet şebekelerinin değirmenine su taşımaktan başka birşey değildir.
Hem milliyetçi hem de Atatürk karşıtı!.. Biz buna, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” diyoruz.
Yüzyıllar boyunca kendine “Türk” diyemeyen ve zaman zaman da aşağılanan bir milletin, kendi adını taşıdığı bir devletinin, bir bayrağının olması ve Türk kimliğiyle tanımlanması; yine uzun yıllar Arap Kültürü etkisi altında kalan toplumumuzun, millet olarak, kendi kültürüyle dünya sahnesinde var olması, Atatürk milliyetçiliğinin bir sonucudur.
Bilen biliyor zaten. Çok detaya girmeden Alpaslan Türkeş’in Türkiye'de pek bilinmeyen bir davranışını, çam yarması bir İngiliz'i bir okulun penceresinden nasıl aşağı attığını paylaşacağım.
Yıl 1975'tir.
Ülkücü Harekete gönül vermişlerden Memduh Akkoyunlu Kıbrıs'a gider.
Lefke'ye geçmek için otobüs beklerken Ahmet Munis isimli bir şahısla tanışır ve Lefke'ye doğru aynı otobüste yolculuğa başlarlar.
Laf lafı açar ve Kıbrıslı Ahmet Munis yol arkadaşı Hataylı Memduh Akkoyunlu'nun bilinen tabirle "Türkeşçi" olduğunu öğrenince çok heyecanlanır, çok sevinir, "Türkiye'ye dönünce benden ona selam söyle!" der. Çünkü Ahmet Munis, Türkeş'in Lefkoşe Ortaokulu'ndan sınıf arkadaşıdır.
Biliyorsunuz ki Merhum Ahmet Hamdi Efendi oğlu Türkeş, 1917 yılında Fatımatül Zehra Hanım'dan Lefkoşe'de doğmuştur.
İlk ve orta tahsilini Lefkoşe'de yapmıştır.
Ve Kıbrıs o yıllarda İngiliz işgali altındadır.
İşte Türkeş'in ortaokul yıllarındaki sınıf arkadaşıdır Ahmet Munis Bey. Otobüs Lefke'ye doğru yol alırken Türkeşli yılları yeniden yaşıyormuş gibi anlatmaya başlar:
"Ortaokuldayız... Müdürümüzün tayini çıktı, bilmiyoruz nereye gitti. Yerine yeni bir İngiliz müdür geldi. Çam yarması gibi derler ya, işte öyle bir İngiliz. Sınıfa girdiği gün bizi şöyle bir iyice süzdü, süzdü, sonra gözü dolabın üzerindeki ipe asılı Atatürk'ün resmine takıldı. Yüzü buruştu, rengi değişti…
Çam yarması İngiliz Müdür dişlerini sıkarak bize döndü, eli ile Atatürk'ün resmini işaret ederek, 'Çabuk şu resmi indirin' diye bağırdı.
Hepimiz uyuşmuş gibiydik. Kimse yerinden kımıldayamıyordu. İngiliz Müdür aynı cümleyi üç defa tekrarladı fakat Atatürk'ün resmini indirmek için yerinden kıpırdayan bir Türk evladı olmadı. İndirin şu resmi, cümlesini son defa tekrarlayınca Türkeş kalktı ve İngiliz'e bağırdı:
‘ Bize o resmi kimse indirtemez. Cesaretin varsa sen indir de görelim!'
İngiliz müdür öfkeden kıpkırmızı olmuştu. O çam yarması vücuduyla yay gibi fırlayarak bir sandalyeye çıktı ve ipi kopardı ki, daha inmesine fırsat kalmadan Türkeş yerinden fırladı sandalyeyi hızla iterek İngiliz'i yere düşürdü. Sonra bize döndü, çabuk olun, tutun ayaklarından, diye bağırdı. Biz de söyleneni yaptık, müdürü karga tulumba Türkeş'le tutarak pencereden aşağı savuruverdik.
Ertesi gün babası Ahmet Hamdi Efendi Türkeş'i okuldan aldı, Türkiye'ye götürdü. Biz de orada okuyup Albay olduğunu duyduk."
İşte böyle…
İbret al, ey vatansever, milliyetçi arkadaş.
Ve Başbuğ’un, işgal altında bile Atatürk’e nasıl sahip çıktığını aklımızdan çıkarmayalım.
Ne diyelim?
Anlatanların ömrü uzun, Atatürk'e el ve dil uzatan çam yarması o İngiliz'i tekmeleyip sandalyeden düşürdükten sonra arkadaşlarıyla birlikte et çuvalı gibi pencereden atan Türkeş'in de mekanı cennet olsun.