24 Kasım günü üniversiteye hazırlanan öğrencilerime: “kimler öğretmen olmak istiyor?” diye bir soru yönelttim. Sonuç oldukça şaşırtıcıydı. Her sınıftan sadece birkaç öğrencim parmak kaldırdı. Hâlbuki beş on yıl öncesine kadar böyle bir soru karşısında parmaklar havalarda uçuşurdu. Bu değişimin sebebini öğrenmek istediğimde:
- hocam öğretmenlikte atanmak zor.
- formasyon verilip verilmeyeceği belli değil.
- piyasa atanamayan öğretmenlerle dolu.
- halk öğretmene pek değer vermiyor.
- ailem öğretmen olmamı istemiyor.
- kazancı sıkıntısına değmez.
- eski saygınlığını kaybetmiş bir meslek.
vs. cevaplar aldım.
Öğretmenlik mesleği ile ilgili çok şeyler söylenebilir. Meseleyi sadece saygınlık ve ekonomi olarak sınırlandırmak elbette doğru değil. Ama bir noktayı vurgulamak adına sadece ekonomi ve politika konusuna değineceğim.
Öğretmenlik mesleğinin gözden düşmesinin en önemli nedenlerinden biri öğretmenlik mesleğinin siyasi malzeme yapılması olmuştur. Hem iktidarların hem muhalefetlerin bu konuda günahları büyüktür.
Milli Eğitim Bakanı Dinçer, yaptığı açıklamada: “Şuan atanmayı bekleyen 264 bin formasyonlu öğretmen adayı var. MEB’in toplam ihtiyacı ise 150 bin.” Yani her halükarda 100 binden fazla öğretmen adayı açıkta kalıyor. Her yıl 73 bin öğretmenin de bu aday kadrosuna eklendiğini düşünürsek, bir de yeni açılan üniversitelerin mezun vermeye başlayacağı halini. Ülkede büyük bir işsizlik patlaması yaşanacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Onca emekle yetişen insanlarımızı bir hiçe hazırlamak hangi mantığın, hangi planlamanın ürünü olabilir acaba?
Sevgili devletim; üniversite açmakla, saray gibi okullar yapmakla, tablet dağıtmakla eğitimin ve eğitimcinin sorunları çözülmüyor.
Devlet istihdam bekleyen üniversite mezunları sorununda sorumlu değilmiş gibi davranıyor. Nasıl olsa KPSS sınavları yapıyor, mezunlar da –koca koca adamlar- kurslara giderek yeniden sınavlara hazırlanıyor. Bu haliyle okumuş bir vatandaşın iş hayatına atılma yaşı ortalama 25’e çıkıyor. Yazık değil mi?
Neymiş efendim? Devlet, üniversiteleri kültürlenme aracı olarak gördüğü için ihtiyaçtan fazla kontenjan açıyor. Yani devlete göre genç vatandaşlarının ekonomik durumu o kadar mükemmel ki üniversite eğitimini kültürlenme aracı olarak görüyor. Ey yüce devletimiz bil ki, halkının tamamına yakını eğitimi en başta geçim aracı olarak düşünmek zorundadır.
Devlet eğer kontenjan açıyorsa benim özel ve kamu istihdam ihtiyacım vardır diye açmak zorundadır. Yetiştirdiği vatandaşını imkânım ve ihtiyacım yok diye kapı dışarı edemez. Mezun oldun ama seni yeniden bir sınava tabi tutacağım, elemem gerekiyor diyemez. Yetişen mezunun yeterliliğinden endişeleniyorsan onu mezun eden kurumlarını sorgulayabilirsin, vatandaşının günahı ne? Vebali biraz da kendine ve kurumlarına yükle. Vatandaşın ne yapsın? Gel oku demişsin, o da okumuş, mezun olmuş. Fena bir iş mi yapmış?
Bu ülkede ana muhalefet ve muhalefetin vatandaş adına ne işe yaradığını henüz görebilmiş değiliz. Görebileceğimizi de pek sanmam. Onlar sadece kendilerini ilgilendiren meselelerle meşgul. Yok, Kayseri belediyesiymiş, yok Ergenekon avukatlığıymış, yok deniz feneriymiş. Bunlar sizin kendi meseleleriniz, vatandaşın değil. Öğretmen adaylarının dramı akıllarına bile gelmiyordur.
Olan ülkemizin geleceğine oluyor. Gençlerimiz kendi sorunlarıyla boğuşmaktan, hayata atılırken kaybettiği zamandan harap ve bitap düşmektedir.
Gençlik demek, ülkenin geleceği demektir.
Ey devletim!
Gençlerine bir el at da benim öğrencilerim parmaklarını kaldırsın. Sen onlara ilk adım fırsatı ver ki, onlar da seni muasır medeniyetler seviyesinin üstüne yükseltsin.