Tarihi hepimiz savaşlar hikâyesi olarak algılar ve biliriz. Evet pek çok savaşlar olmuş, nice insanlar savaşlarda hayatlarını kaybetmiş…
Savaşlar daha çok kazanmak ya da kaybetmemek için yapılırdı. Fakat son yüzyılda savaşın başkaca bir amacı daha ortaya çıktı: Dünya nüfusuna ayar vermek…
Evet evet, bu bir komplo teorisi değil. Dünyanın elitleri, zenginleri, siyonistleri, bilderberg, illuminati, tapınakçılar gibi gizli açık örgütleri hemfikir olarak Dünya nüfusunun azaltılması noktasında ittifak halindeler. Ve dahası bu konuyla ilgili reel olarak teşebbüse geçmiş durumdalar. Aynen hesapladıkları gibi, saat gibi tıkır tıkır işliyor. Tek ayrıldıkları nokta, nüfusun miktarı. Kimi 2,5 milyar olsun derken, kimisi 1 milyar, 500 milyon olsun diyenler yoğunlukta… Ama bu sayıyı 50 milyona kadar düşürenler de var.
Geçenlerde değerli dostum Selami, bir sohbet ortamında 68 adamın servetinin diğer insanlarınkine eş olduğundan bahisle bu 68 adam ölmemek için biyonik projelere girişmişler savını paylaştı bizlerle. Sav doğru mu bilemem ama Dünyayı sırf kendilerine aitmiş gibi gören ve öyle yaşayanların diğer insanları figüran olarak kabullenmeleri doğal.
Merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler misali II. Dünya Savaşında Nagazaki ve Hiroşima kıyımından sonra Dünya nüfusunun azaltılması gerektiği fikri açık açık ifade edilmeye başlanmış. Söz konusu savaştan sonra 2000’li yıllarda Dünya nüfusu 50 milyarın üzerine çıkacak –gerçek öngörüleri 10 milyar civarı olduğu halde- diye bir propaganda başlatmışlardı. Amaç, herkese: “O kadar kalabalık olursak bu dünya yaşanacak yer olmaktan çıkar.” dedirtip kitle kıyımlarını makul bir fikir olarak sunmaktı. Belli ki Dünya yeni felaketlere gebeydi.
Dünya nüfusunun azaltılması yönünde algılarımız işleniyor. Bu minvalde nükleer kaza ve deneyler konulu ya da gezegen sistemimizin bozulması temalı sinema filmleri bilinçaltımıza yerleştirildi, yerleştiriliyor. Nedense çok da rahatsız olmuyoruz bu fikirden. Muhtemelen kendimizi azaltılmış nüfusun içinde tahayyül ediyoruz.
Nüfusu azaltma girişimleri sadece savaşlar yoluyla ya da nükleer kazalar(!) ile yapılmıyor. Mesela genetiği değiştirilmiş temel besin maddeleriyle de, zorunlu aşılarla, doğum kontrol teknik ve telkinleriyle, kısırlaştırma, kürtaj, sezaryen metotlarıyla da yapılıyor. Meşhurların modelliğinde medya vasıtası ile homoseksüelliğin pazarlanmasıyla da aile kurumunun dejenere edilmesiyle ya da evliliğin şirketleştirilmesiyle de yapılıyor. Bu efendiler bu maksatları gerçekleştirmek üzere çeşitli dernek, vakıf ve insani örgütler üzerinden akıl almaz bağışlar yapıyorlar, kampanyalar yürütüyorlar. Gates, Rockefeller gibi aileler bunu proje olarak benimsemişler. Ciddi yatırımlar söz konusu. Savaş dışı yöntemleri küçümsemek gerek. 10 milyar civarı hesaplanan nüfus bugün 7 milyar civarındaysa %30 oranında sonuç almışlar demektir.
Savaşlar boyutuna yeniden değinelim. Seçilen kitleler üzerinde savaşlar bahanesiyle toplu kıyımlar gerçekleştiriliyor. Kimler var hedefte? İşte öncelikli hedefler: Müslümanlar… Üçüncü dünya ülkeleri… Çok nüfuslu Çin ve Hindistan…
Yöntem olarak ise terör, savaş, bilinçli afetler ve nükleer kazalar(!) tercihen kullanılıyor…
Müslümanlar için uzunca bir dönemdir terör ve savaş iyi iş görüyor. Gruplara ayırmak, mezhepsel düşmanlıklar oluşturmak, etnisite hücrelerine ayırmak, terör örgütleri kurmak ve ellerine sınırsız silahlar, cephaneler vermek suretiyle Müslüman’ı Müslüman’a kıydırmayı başarıyorlar. Bunun kendilerince pek çok akıllıca nedenleri var. Hem silah ticaretinden nemalanmak, hem nüfus kıyımını gerçekleştirmek, hem İslam ile terörü özdeştirmek, hem Müslüman kimliğini Dünya’ya cüzzamlı gibi göstermek, hem Müslümanların birliğini bozmak, bilinçlenmesini ve yeniden egemen güç haline gelmesini engellemek, hem Hıristiyan dünyasının Müslümanlaşmasının önüne geçmek vs. gibi amaçları mükemmel senaryolarla yürürlüğe koymuşlar.
Bugün yaşadığımız pek çok hadisenin perde arkasında bu gerçek var. Doğudaki savaşın Batıdaki aynası budur. Oyun oynuyorlar insancıklar (onların nazarında) üzerinde. Bizler ise gladyatörler gibi can vererek keyiflendiriyoruz onları.
Her taraftan taarruz halindeler, fakat nasıl bir gaflet içerisindeyiz ki kendimizi emniyet içerisinde görmekte, esenlik içerisinde hissetmekteyiz.
Çin ve Hindistan ekonomik dengeleri sarsarak Batı düzenini bozma eğiliminde. Fakat kendilerini Dünyanın sahibi gibi gören efendiler hem bundan hem kalabalık nüfuslarından rahatsız. Bu rahatsızlık felaketlere gebe. Allah fırsat vermesin.
Afrika insanlarını hizmetçi olarak algıladıkları için iş görenlerin yaşama hakkı var. Diğerlerini de hizmetleri müddetince nefes hakkına sahip görüyorlar.
Hâsılı, biz Suriye, Irak, Afganistan, Mısır, Yemen, Somali, Libya, Arakan vs. derken perde arkasında gizlenen hesapları bilelim istedim. Nitekim bu kadar gaflet Müslüman’a yakışmaz.