İnsan; dolaylı ya da doğrudan yaşadığı, şahit olduğu durumlar ya da olaylardan çeşitli dersler çıkartır. İşin bir kenarında olmadan mesele farazi, hayali kalıyor.
İstihdam ile ilgili en önemli sorunlardan biri de mülakat sorunudur. Bu mealde şunu söyleyebiliriz: Türkiye’de en şeffaf istihdam, Milli Eğitimde gerçekleşmektedir. Gerçi onda da çeşitli şüpheler mevcut ama elde olanın en adaletlesi öğretmen atamalarıdır. KPSS’nin nitelikli öğretmeni belirleyip belirlemediği tartışılır, fakat sonuçta bir sınav var. Herkes aynı zamanda o sınavlara giriyor, çıkan neticeye göre atamalar yapılıyor. Hele ki bu yıl alan sınavı ve puanların bir yıl geçerli oluşu geç kalınmış doğru olarak sisteme ilave ediliyor. Hadi hayırlısı diyelim…
Diğer devlet kurumlarının çoğunda mezuniyet diploması ve notu ya da başarıyla kazanılmış KPSS puanı yeterli olmuyor. Kurum ayrıca kendi sınavını yapıyor ki bunu da bir noktada makul sayabiliriz. KPSS alan yeterliliğini ölçemiyor ya, diplomayı tüm kurumlar boşvermiş zaten. Fakat kurum sınavı da yeterli olmuyor, bu defa mülakat süreci başlıyor ki ne süreç.
Aslında mülakat aşaması çok önemli. Çok amaçlı bir sistemi var çünkü: Siyasi ve ekonomik rant, kadrolaşma, göze girme, adamdan sayılma, akrabalık ve ahbaplık ilişkileri, eh biraz da mülakata girenin yakışıklılığı ve keyfiyeti vs. Hepsinden bir parçası olan aday ise çok şanslı.
Sokaktan birini çevirin, sorun göreceksiniz: Ülkemizde mülakat ve torpil eş anlamlıdır. Kimin dayısı daha güçlü ve etkiliyse o kazanır. Gerçi hükümet, mülakatlara biraz daha ciddiyet katma adına kamera kaydı ve jüri notları şartı koymuş ama kılıf birşekilde uyduruluyor. Alan razı, satan razı kimse sesini çıkarmıyor.
Hakkaniyet açısından bakıldığında mülakat muğlak ve oldukça çirkin bir konu. Söz konusu özel sektör olsa kurum sahipleri tamamen niteliğe göre en doğru kişiyi bulmak ister. Ama devlet kurumlarında işler böyle yürümüyor. Nasıl yürüsün?
Mülakatı yapan adamlar oturdukları koltuklara çeşitli ilişkilerin neticesi olarak gelmişler. Dolayısı ile borç ödeme döneminde keyfi davranamıyorlar. Aldıkları talimat bundan sonraki yol haritaları için önem arz ediyor çünkü. Sistem böyle işliyor, kişileri suçlamak yersiz.
Madem hükümetimizin adında Adalet var. O halde devlet bünyesindeki bütün mülakat düzenini derhal kaldırmalıdır. Bunun yerine istihdam edilen kişinin her yılı için hukuki normlar çerçevesinde kurum amirleri tarafından nitelik analiz raporu hazırlanmalı. Eğer işin erbabı ise derecesi yükselmeli, değilse düşürülmeli.
Gerçek Adalet ve Kalkınma; rüşvet ve iltimastan arınmış demokratik hukuk devletlerinde vücut bulur.
Bir Hikaye:
Yahudi bir tüccar, Osmanlının ocağına incir ağacı dikme adına reddi zor bir teklifle Sultan Yavuz’un vezirini bulur:
“ey yüce vezir. Benim haylaz bir evladım var, servetimi ona bıraksam bir iki yılda çarçur eder. Düşündüm ki bütün servetimi hazineye bağışlasam da şu oğlana bir memuriyet verseniz. Böylece her ayını garanti etmiş olur.”
Vezir düşünmüş taşınmış. Tüccardan alacağı miktardan oğluna yüz yıl maaş ödese yüzde doksan dokuzu yine hazineye kalır. Deken bu kârlı anlaşmayı kabul ediverdi.
İşe alınan işeyaramaz haylaz evlat işin erbabı olmadığı için kısa zamanda katipler arasında sırıtmış. Durum kısa zamanda Sultan’ın kulağına gitmiş. Sultan derhal vezirini çağırtmış:
“ey vezirim, hal böyleyken böyleymiş. Bu işe sen sebep olmuşsun öyle mi?”
“fakat Sultanım, kendi namıma kuruşuna dokunmadım. Hepsini hazineye aktardım. Devletimiz bu işten kârlı çıkmıştır.”
“ey vezir, bil ki sen şu yaptığın işle devlet-i aliyeye hiçbir savaşta alınmamış mağlubiyetten daha büyük zarar verdin. Bu gün katipliğin ücretini verenler, yarın vezirliğin, öteki gün sultanlığın ücretini de bulurlar. Ki sen katiplik ücreti ile şu an kendi vezirliğini kaybettin.”
Varın ötesini siz düşünün…