Ortaokul yıllarımdı. Şahsına münhasır bir Türkçe öğretmenimiz vardı: Asım Atabey. Bir öğretim yılının ilk döneminde sadece İstiklal Marşı’nı işledik. İkinci dönemin tek konusu ise Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi idi.
Sıradan derslere alışkın biz öğrenciler için her ders saatinde İstiklal Marşını ve daha sonra Gençliğe Hitabe konusunu işlemek çok garip gelirdi bizlere. Not kaygısı ile meselenin ruhunu çok da kavrayamıyorduk ama yine de Atabey Hocamız zaman zaman: “Bu iki meseleyi gerektiği gibi anlayabilirseniz bundan böyle hiçbir güç sizi vatana millete hayırlı evlatlar olmaktan alıkoyamaz.” derdi. Satır satır, mısra mısra, hece hece derinliklerine iner, o derinlikte milli ve manevi hatıratlara, hikâyelere, nüktelere dalardık. Daldıkça bu iki konunun perde arkasında ne çok şeylerin yaşandığına şahit olurduk.
Gerçekten de İstiklal Marşında asil bir milletin adı, tadı ve tarifi vardı. Karşılaşabileceği her türlü hile, desise ve taarruzlara rağmen asla sarsılmadan toprağına, kutsalına, hürriyetine sahip çıkmasını bilen inançlı ve kararlı bir milletin madalyasıydı İstiklal Marşı.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde ise tarihin tekerrür etme ihtimaline karşı teyakkuzda olunması gerektiğinin ihtarı vardı. “Benim zamanımda olanlara şahit oldunuz, yarın bir gün aynı durum vaki olursa hiç tereddüt etmeden kendinizi vazifeli bilin” ihtarıydı bu.
Fakat meselenin derununda o hecelerin içinde gelecek nesillere, hayır hayır geleceğin liderlerine çok daha anlamlı şifreli bir mesaj saklıydı. Yani, “henüz tam bağımsız bir millet ve devlet olabilmiş değiliz, ben bana düşen vazifeyi imkânlarım ölçüsünde yerine getirdim. Ey şifreli mesajımı alan kahraman, bu meseleyi nihayete kavuşturmak sana düşen vazifedir.” hitaplı şifreli bir mesaj.
İzmir İktisat Kongresinde: “Bizler savaş meydanlarında askeri zaferler kazanmış olabiliriz… Bizler oval masalarda siyasi zaferler de kazanmış olabiliriz… Fakat bütün bu zaferleri iktisadi zaferlerle taçlandırmadığımız müddetçe gerçek manada bağımsızlığa kavuşmuş olamayız.” derken de bu şifrelerden birini işaret ediyordu.
On yıl kadar tarih dersleri anlatan biri olarak itiraf etmeliyim ki Kurtuluş Savaşı ile tam bağımsızlığa kavuştuğumuzu düşünenlerden değilim. Cumhuriyet tarihimiz boyunca Atatürk’ün şifreli mesajını aldığını gösteren bazı liderlerimiz oldu. İnisiyatif alıp kolları sıvadılar, fakat ekserisi sırtındaki vazifenin altında ezildiler, ezdirdiler. Bir kısmı ise yokuşun dikliğinden usandı, yokuşlarda susamak yerine.
Ve bir gün, bir yiğit çıktı ortaya. Yıl 1994. Vazifeye atılmak için hiç tereddüt etmedi, korkmadı. Yokuşlu yolların, uçurumlu virajların farkındaydı. Kefeni cebine koymadan hiçbir netice alamayacağını biliyordu.Gerçekten de vazifeye atıldığı ilk andan itibaren onu o vazifenin altında ezmek için türlü senaryoları devreye soktular ama yılmadı. Her engel onu daha da pişirdi, güçlendirdi. Hariçten taarruzlar netice vermeyince etrafındakilerle pusular kurdular. Ailesi ile imtihana zorladılar. Olmadı, yıldıramadılar. Hedefe doğru emin adımlarla ilerlemeye devam etti. Vazifesinin istikbalini millete göstermeyi başardı. Millet her defasında “Beraber yürüyeceğiz biz bu yollarda. Dik dur! Eğilme! Bu millet seninle.” dedi. O yürüdü, millet yürüdü ardından.
Kolay değildi elbette. Devlet-i Ebed Müddet hazinesinden rahatsız olanlar olacaktı içeriden ve dışarıdan. Oldular... Emsali görülmemiş bir biçimde galibiyet yaşayan bu mihraklar cebren ve hile ile memleketin her bir köşesini bilfiil işgal edeceklerdi. Ettiler… Devletin mahremiyetlerine adı bazen Paralel, bazen Ergenekon kodlarla hücre hücre sızacaklardı. Sızdılar. Devleti ve milleti kendi menfaatleri için gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde emperyalistlere satacaklardı. Sattılar… Bütün bunları yaptıkları halde milletin karşısına geçip ne yaptıysak sizin için, barış için, bağımsızlık için yaptık diyeceklerdi. Dediler…
İşte bütün bunlar yaşanmışken, yaşanırken hiç bunlara aldırış etmeden, hatta onları peyderpey saf dışı bırakarak 2023’e doğru emin adımlarla ilerleyen bir lider ve beraberinde tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan…
Yolun açık olsun ERDOĞAN…
Ahmet ÇİÇEK
ahmtcick@hotmail.com
16.01.16