Gece buğuntusunu sona erdirdiğinde, her mazlum diyarda gözler semalarda dolaşır. Yetim ruhların gözleri an ve an pırıldaklığından bir damla süzebilme hevesindedir.Kendisini çağıran sessiz nidaları işitmişçesine,saati gelmiş tren gibi rayına oturur ve derinden tütsümesiyle hareket eder…
Evet!... “Güneş doğudan doğar”. Yardım bekleyen mazlumları karanlıklarından aydınlığa kavuşturma, yaşam heyecanları söndürülmüş ruhlara “umut” aşılamak gayesiyle... Daha yerküreyle ilk münasebetlerinde çirkef düzengeçliğin tadı damağına dolanır. Doğu Türkistan’ın dağları buram buram “ özgürlük “ kokar. Her karış toprağı içinde, bu yolda kendini feda etmiş bir yiğidin namusunu saklar.
İlerledikçe Türkistan’ın bozkırlarına gelir ışınlar… Hala toprağı sürgünlerin hasretini yaşar,izlerini suretinde taşır ve hiçbir güç aydınlatamaz !
Hayattan tüm zevklerini çekmiş ninenin gözleri neden yaşarır ? Kolay değildir, her şeyinizi fani emel uğruna yok edip, gülümseyerek gitmeleri…İşini yaptıkça kendini geliştiren güç, bu kez tezatla baş başa… Zira aydınlattıkça, aydınsızlığa tanık oluyor Güneş… Ve kaosun yeniden tanımlandığı Ortadoğu! Gün kendine merhaba demeden, düzenin iblise selam durduğu yer.
Onlar yardımı çaresiz bekliyorlar, aslında onlar güneşi gölgede izliyorlar, kalpleri yosun tutanların gölgesinde...“Bu son galiba” kanısına içinde yeşerdiği anlarda, bağrışan çocukların vaveylaları gök
semaya kadar yükseliyor. Bu bağrışmalar, gözlerinden zor durumlarında yaş değil kan süzülen
çocukların çığlıkları. Bu bağrışmalar Filistin’den geliyor. Yönünü kaybeden aydınlıkta “bunlar
yoktu, kan yoktu, buralarda açlık yoktu, bir damla huzura eli açık dilenen gözler yoktu” kanıları peşi
sıra dizelenirken, bu şehrin surlarında sancağı dalgalanan Devlet-i Aliye-i’nin yokluğunu fark
edince, zulümlerin çare bulunmazlığına o da boyun eğiyor…
Başını hafif güneye çevirdiğindeyse açlık ve açlığın ruhlarına işlemiş Afrika’nın makus kaderi insanlarının vaziyetini aratmadan tüm çıplaklığıyla kendini ortada resmediyor… Her mazlumun gözü semada, dünya adaletinden ümitlerini kesmiş, perde ardından yansıyacak yardımı bekliyor! Aydınlık kaynağıysa, bu
topraklardan öteye işlevini değiştirerek devam ediyor; ümidin sembolizeliğinden, fonksiyonları bilimce keşfedilmiş pozisyonuna bürünerek.
Fakat her gün; kaderin çizgisinden, tarihin sahifelerine geçişteyken bu döngü tekerrür ediyor.İnsanoğluysa hala sağır sultan misali, “yardım”edecek diyar arıyor!... Lakin her yerde kendini kayarlardan taçlandıran ” umut” yine kendini mazlumların yüreğinde saklıyor. Gün adını tecelli ettirirken, ilahi ışıltının dakikalık refahında; kimi alnından dökülen ilk alın terinde, kimi huzurun tadında, kimiyse tüm olumsuzluklara alev püskürürcesine tatlı bir “Bismillah’ta” buluyor aradığı yardımı…
İnsanoğlunun heybesine düşen ümidi ölümsüz kılan yaradan, gerçek dostlarına yardımı da sonsuz kılıyor. Zaten yardımın boyutunu yardım edilen belirliyor…“Ve son olarak din kardeşleriniz ellerini uzatmış, sizden mazlum diyarlarında gelecek sesi yardımı bekliyor! Onlara bir zekat borcun olduğunu unutma.