Başlığı görenlerin buda nasıl bir başlık diyeceğini biliyorum fakat yazıyı okuyanlar neden bu başlığı seçtiğimi anlayacaktır. 2016 yılı dünya ve özellikle ülkemiz açısından zor bir yıl oldu. 15 Temmuz’da yaşanan hain darbe girişimi ülke imajını zedelemenin yanı sıra ülkemizin üretiminin yavaşlamasına, turizm gelirlerinin azalmasına ve yabancı yatırım girişlerinin kısa bir süre de olsa durmasına neden oldu. O nedenle 2016 yılı ülkemiz için zor bir yıl oldu. Fakat her şeye rağmen ekonomik açıdan bu hain darbe girişimini en az hasarla atlatmış görünüyoruz.
Kısa bir değerlendirmenin ardından aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere 2002-2016 yıllarında Türkiye’nin toplam ihracat rakamlarını inceleyecek olursak, 2008 yılında Amerika’da başlayan küresel mortgage (konut) krizinin olduğu yılın sonraki senesinde ihracat tutarında önemli bir düşüş olduğunu görebiliriz. İhracattaki düşüşün bir sonraki sene ortaya çıkması krizin ülkemize etkilerinin bir sene sonra ortaya çıktığını göstermesi bakımından önemli. 2009 yılında ihracatın 100 milyar dolar seviyelerine kadar gerilemesine neden olan bu düşüşün nedeni tüm dünyayı etkileyen bir dış kaynaklı krizdi. Krizin ardından ihracat rakamları 2011 yılında 130 milyar doları aşarak tekrar kriz öncesi seviyeleri yakalayabildi. 2012 yılında tekrar artan ihracat tutarı eski artış trendini tekrar yakalayamadı. 2014 yılının ardından hem siyasi hem ekonomik hem de bölgesel riskler nedeniyle bir azalma eğilimi içerisine girdi ve 2016 yılında ihracat rakamı 142 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu azalış eğilimin 2017 yılı içerisinde devam etmemesi en büyük temennimiz.
Bu eğilimi durdurmak hatta tersine çevirmek için başta yerli ve katma değeri yüksek ürünler üretmek gerekiyor. Bunun yanı sıra yatırımcının önünü açmak için şuan neredeyse mudilere %15 mevduat faizi verilmesine neden olan faiz oranlarını düşürecek hamlelerin yapılması gerekiyor. Sürdürülebilir bir faiz düşüşü için yapılan uygulamaların hem para hem de maliye politikası ile desteklenmesi gerekiyor.
Aşağıdaki grafikler ise ihracatın ithalatı karşılama oranını ve ithalat ile ihracat arasındaki açığı daha net olarak görebilmek için verildi. Dikkat ederseniz kriz dönemlerinde ilginç bir şekilde ihracatın ithalatı karşılama oranının arttığını görebilirsiniz. Bu durumu ortaya çıkaran sadece ithalatın azalması değil ihracatın da önemli oranda azalması. Fakat diğer grafiğe bakınca kriz dönemlerinde ithalatın daha fazla azaldığı anlaşılabilir. Bu noktada son döneme bakılacak olunursa ihracat ile ithalat arasındaki makasın kapandığını görmek sevindirici bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Kriz dönemlerinde kriz ister içeriden kaynaklı ister dışarıdan kaynaklı olsun ihracatın ithalatı karşılama oranının artmasının temel nedeni ihracatın ithalata bağımlılık oranının yüksek olması ve bunun yanında katma değeri yüksek ürünlerin üretiminin ülkemizde sınırlı olması. Buna destek mahiyetinde Türkiye’nin GSMH’nı (Bir yıl boyunca üretilen mal ve hizmetlerin parasal toplamı) oluşturan kalemlere bakıldığında sanayinin katkısı %32 seviyelerinde iken hizmet sektörünün katkısı %60 seviyelerinde olduğu görülmektedir. Tarım sektörünün GSMH’ya katkısının ise son yıllarda azalarak % 8 seviyelerine kadar gerilediği görülmektedir. Hizmet sektörünün bu kadar yüksek olmasında Türkiye’de büyümenin lokomotiflerinden inşaat sektörünün hizmet sektörü içerisinde yer alması da önemli rol oynuyor.
Türkiye’nin 2023 hedeflerinden biri olan 500 milyar dolar ihracat seviyesine ulaşması için ihracatımızı şu anki tutarın 3 katına çıkarmamız gerekiyor. TİM’in 2023 yılında koyduğu bu 500 milyar dolarlık ihracat hedefi önemli ama bunun yanında TİM’in (Türkiye İhracatçılar Meclisi) de son dönemde vurguladığı gibi "Pazar Payı” daha da önemli. Ülkemiz şu anda dünyanın 17. büyük ekonomisi olmasına rağmen, dünyanın en çok ihracat yapan 31. Ülkesi durumunda. Bunun yanı sıra ülkemizin yaptığı ihracatın kg fiyatı 2016 yılında 1,40 dolar seviyelerinde iken Almanya’nın ki 3,68 dolar, Japonya’nın ki 3,86 dolar Güney Kore’nin ki ise 2,70 dolar seviyelerinde. Yani buradan da anlaşılacağı üzere sattığımız malın kg fiyatını arttırmamız gerekiyor.
Örnek vermek gerekirse yaklaşık olarak 1 tır dolusu domatesin parasal karşılığı 20 adet Apple marka akıllı telefona denk geliyor. Yani 1 tır dolusu domates, katma değeri yüksek teknolojik ve inovatif 20 ürün kadar ediyor. 1 tır domatesin kg fiyatı ise yaklaşık 0,42 dolar ederken Apple marka akıllı telefonun kg fiyatı 6.000 dolar ediyor. Bu, domates yani tarım üretiminin yanlış ya da kötü olduğu anlamına gelmiyor tam aksine GSMH’da oranı %8’lere düşen tarım sektörünü canlandırmamız gerekiyor fakat bunu yaparken bir önceki yazımda da konu edindiğim Hollanda gibi hem tarım hem de bir teknoloji ülkesi olarak yapabilmeliyiz.
Sonuç olarak bu hedeflerimize ulaşabilmemiz için vakit kaybetmeden katma değeri yüksek ürünler üretmeli AR-GE yapmalı ve yeni bir buluş yapmak yerine ürünleri geliştirerek inovatif ürünleri üretmeye daha fazla önem vermeliyiz. Bunun yanı sıra AR-GE yapan ve inovatif ürünler üreten firmalara vergi avantajının yanında teşvik edici başka desteklerde verilebilir.