Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” çatısı altında “Türkçe konuşarak” bir araya gelmeyi başarmış ve o dönemde de kendilerini “Türk Milleti” olarak tanımlayan, günümüzde ise “36 etnik kimlik” olarak tanımlanan bu millet, 7’den 70’e tüm fertleri ile birlikte omuz omuza vererek kazandığı istiklal mücadelesinin üzerinden, henüz 90 yıl geçmiş olmasına rağmen, mahkemelerinde tercüman kullanma ihtiyacını nasıl hissetmiştir ?
“Ana dilde savunma hakkını” kimler, hangi insani ihtiyacı karşılamak için istemiştir ? “Türkçe bilmediği” için YGS, LYS veya KPSS sınavlarına giremeyen Kürt kökenli öğrenci kardeşlerimiz mi? Yoksa SGK veya BAĞKUR işlemlerini yaptıramayan Kürt kökenli vatandaşlarımız mı? Türkçe bilmediği için vatandaşların, Kürtçe bilmediği içinde devlet memurlarının iletişim kuramaması sonucu aksayan, duran veya verilemeyen hangi kamu hizmeti vardır ? Türkiye’nin “tek ırkçı partisi” olan ve milletvekillerinin tamamına yakınının Kürtçe bilmediği BDP, seçim dönemlerinde seçmenlerine kaç tercüman aracılığıyla hitap etmektedir ?
Veya, 19 Ekim 2009 günü Öcalan’ın çağrısı üzerine Kuzey Irak’taki Mahmur Kampı’ndan gelen 26 ve Kandil’deki örgüt kamplarından gelen 8 kişinin “tutuklanmaması için” seferber olunan “Habur olayını” hatırlayalım. 34 kişilik bu terörist grubun gözaltına alınmaması için Habur mahkemesindeki savcılar, sorguladıkları isimleri, “Sayın Öcalan” ve “önderlik” ifadelerini kullanmamaları konusunda ikna etmeye çalışmış ve savcılık, mahkemeye “talepte bulunmamalarına rağmen bu kişilerin etkin pişmanlıktan yararlanabileceklerini” ifade etmişti. Sorgulanan 34 kişilik bu terörist grubun içerisinde yer alan 5’i Kandil, 24’ü Mahmur’dan gelen 29 kişiye Türkçe olarak sorulan; “Örgüte ne zaman katıldın?”, “Nerelerde bulundun?”, “Neden geldin?” sorularına karşılık, yine Türkçe olarak ortak bir ifade kullanarak “Öcalan’ın çağrısıyla Türkiye’ye geldik” demişlerdir. Türkçe bilmeyen Suriye kökenli teröristlerin sorgusu sırasında ise tercüman yardımı alındığı basına yansımıştır.
Öyleyse sorun nedir ? Ve Kimdedir ? Bugün ana dilde savunma hakkı talep eden, PKK-KCK (Kürdistan Komünler Birliği) 25 Mayıs 2007’de yürürlüğe koyduğunu açıkladığı 46 maddelik KCK sözleşmesinin 5. Maddesinde; “Kürdistan’da doğup yaşayan veya KCK sistemine bağlı olan herkes KCK vatandaşıdır” deniliyor. Bireyler bunu kabul etmek zorundadır, “ihanet ve teslimiyet” cezalandırılacaktır! Cezalandırmayı 27-30. maddelerde düzenlenen “yargı erki” içinde “halk mahkemeleri” yapacaktır. İşte bu madde kapsamında, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i sorgulanmıştır. Hakkari'de yapılan KCK operasyonları ve soruşturmaları sonucunda sanıklar hakkında Van Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan 840 sayfalık iddianamede, KCK'nın kurduğu sözde mahkemelerde savunmaların Türkçe aldığı ve Türkçe olarak kayda geçirdiğini açıklanmıştır !
Değerli Rizeliler, dil bir milletin en aktif fay hattıdır ! Anadil ve anadilin öğrenimi ve kültür hayatında kullanımı şüphesiz en doğal insani bir haktır. Bununla birlikte, farklı anadillere sahip halkların oluşturduğu milletleri bir arada tutan “hukuk’un üstünlüğüdür !” Vatandaşlık hukukunun çimentosu da tüm kamu kurumlarında “hukuk dili” olan resmi dilin kullanımıdır. Bu resmi dili öğrenmek ve öğretmek ise etnik kökeni ne olursa olsun, aynı vatan toprağı üzerinde yaşayan her vatandaşın görev ve sorumluluğudur. Demokrasi böyle gelişir ve sürdürülebilir. Çünkü demokrasi, bireysel ve kolektif karşılıklı sorumluluklarının bilincinde olan insanların tercih ettiği bir yönetim biçimidir.
Her ülkenin kendi tarihsel gelişimi içerisinde oluşan resmi dil kavramı, Türkiye’de farklı etnik kimliklere bağlı olmadan “Devleti Kuran Milli İradenin” ki bu yazımın başında ifade etiğim “Müdafaa-i Hukuk” çatısı ve bu çatı altında toplanan ; Türk, Kürt, Çerkez, Laz vb. tüm etnik unsurların ortak iletişim dili olan Türkçe’dir. Bu kurucu milli irade aynı zamanda kendisini Türk Milleti olarak tanımlanmış ve vermiş olduğu istiklal mücadelesi ile de bunu tescillemiştir.