Türk Eğitim-Sen Rize Şube Başkanı Celal AKARSU'dan Basın açıklaması
Türk Eğitim-Sen Rize Şube Başkanı Celal AKARSU’nun, 2017-2018 Eğitim-Öğretim Yılının başlaması dolayısıyla yaptığı basın açıklaması..
2017-2018 Eğitim-Öğretim Yılı başlıyor. Öğretmen ve derslik açığı, okullardaki fiziki mekânların yetersizliği, ödeneklerin kısıtlı olması nedeniyle okulların birçoğunun eksiklerle yeni eğitim-öğretim yılına girmesi ne yazık ki eğitimimizi olumsuz yönde etkilemektedir.
Yönetici atamaları:
Eğitim yandaş yönetici atamalarından çok çekti. Bir takım yandaşları yönetici yapmak için yönetici atama sistemi değiştirildi ve bu durum bilgili, ehliyetli, liyakatli insanların görevlerinden alaşağı edilmesi sonucunu doğurdu. Mülakatı yönetici atamalarının odağına yerleştirenler ve bunu suiistimal edenler ne yazık ki kendilerine teslim olmayanlara adeta göz açtırmıyor.
Bilgiden, ahlaktan, izandan yoksun birtakım yerel çeteler oluştu ve bu aymazlar okullarda hâkimiyet kurmaya başladı. Bunun sonucu olarak da nitelikli, donanımlı, ehil insanlar görevlerinden uzaklaştırılarak, yerlerine biat eden, torpil peşinde koşan, kul, köle olmayı yaşamının odağına yerleştiren, kalitesiz insanlar getirildi. İşin kötü tarafı MEB’in bu güruha karşı hiçbir tedbir almamasıdır. Oysa Türkiye 15 Temmuz felaketini yaşamıştır. Sırf yandaş diye makamlara getirilenlerin bugün ülkemizi getirdiği nokta ortadadır. Yeni 15 Temmuzlar yaşanmaması için yönetici atamalarında da mülakatın kaldırılması, objektif olmayan hiçbir unsurun MEB çatısı altında barınmaması gerekmektedir. Biz bu anlayışı sendika olarak kınıyoruz. Bu ülkeyi seven, vatanına, milliyetine, bayrağına bağlı, liyakati ön planda tutan, donanımlı insanların ötekileştirilmesine asla tahammülümüz yoktur.
Bilindiği üzere sözlü sınav sonuçlarına müdahale ediliyor, sınav henüz yapılmamışken puanlar belirleniyor, komisyon üyelerine baskı yapılıyor, bazı komisyonların sözlü sınav puanlarını değiştirdiği yönünde duyumlar alınıyor, sınava girmeyenlere puanlar veriliyor. Kısacası mülakatın olduğu her yere şaibenin bulaştığı su götürmez bir gerçektir.
Bu minvalde; mülakat kamuda her alanda ortadan kaldırılmalıdır. Mülakat kadar sakat, sistemi deforme eden, ahlakı ayaklar altına alan, hak yiyen bir yöntem daha yoktur. Yönetici, öğretmen, şube müdürü, memur atamalarının sendikal tercihler, dernek v.b. kuruluşlara üyelikler değerlendirilerek yapılması eğitimi bilimsellikten uzaklaştırmaktadır.
Mülakat sistemi yönetici atamalarında asla kabul edilemez. Mülakat rezaleti devam ettiği sürece önümüzdeki dönemde mülakat sürecinden önce üyelerimizle istişare ederek, bu sınavlara girip girmeme konusunu masaya yatıracağız. Üyelerimizin kanaati sınavlara girmeme doğrultusunda olursa, sınavları protesto ederek, üyelerimizin girmemesini isteyeceğiz. Bu tamamen MEB’in yönetici atamada yapacağı değişiklikler ve alacağı tedbirlerin sonucuna göre değişecektir.
Öğretmen atamaları:
2016 yılının Şubat ayında 29 bin 620 öğretmen ataması yapan MEB, 2016 yılının Ekim ayında 18 bin 506, 2017 yılının Temmuz ayında da 20 bin 125 sözleşmeli öğretmen ataması yaptı. Oysaki emekli olan ve ihraç edilen öğretmenleri de hesaba kattığımızda bu alımların ihtiyacın çok gerisinde kaldığı görülecektir. Ayrıca söz verilmiş olmasına rağmen Ağustos 2017 döneminde de atama yapılmadı.
Milli Eğitim Bakanlığı ne yazık ki öğretmen ihtiyacını gidermek için ücretli öğretmen çalıştırmaktadır. Ücretli öğretmenler ise girdiği ders başına ücret almaktadır, hiçbir özlük hakka sahip değillerdir. Aylık kazançları asgari ücretten bile azdır.
İşte bu şekilde çalıştırılan ücretli öğretmenlerin sayısı sendikamızın Şubat ayında yaptığı araştırmaya göre 81 ilde tam tamına 63 bin 829’dur. Üstelik ücretli öğretmenlerin 8 bin 484’ü ise ön lisans mezunu, yani öğretmenlik formasyonuna sahip olmayan kişilerdir. Bu ülkede devlet ücretli öğretmenlerle öğretmen açığını kapatma yoluna gidiyorsa ve bunu bir istihdam politikası haline getirmişse, eğitimde başarılı olmamız, dünya ülkeleri ile rekabet edebilmemiz, uluslararası ölçekli sınavlarda başarı sağlayabilmemiz mümkün değildir.
Türkiye’de norm kadro ihtiyacı ise 81 ilde 106 bin 983’tür. İşte tüm bu sebeplerde bu atamalar eğitimin dişinin kovuğuna yetmemektedir. Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz Mart ayında yaptığı açıklamada, “Öğretmenlere yönelik 10 bin kadro açıldı. Ağustos'tan sonra bir 10 bin daha ilave edilecek” demişti. Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz da, Cumhurbaşkanı ile aynı açıklamayı yaparak, Ağustos ayından sonra 10 bin sözleşmeli öğretmen daha alınacağını söylemişti. İşte tüm bu sözlere rağmen Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz önceki açıklamasına zıt bir açıklama yaparak, 2018 yılında öğretmen ataması yapacaklarını söyledi. Oysa ihtiyaç 2018 yılını beklemez. Okullar açılıyor, 10 bin atama için ne bekleniyor? 2018 yılında zaten öğretmen ataması yapılacak, yapılmalıdır da. Ancak söz konusu 10 bin atamanın 2018 yılı atamasına dahil edilmesini kabul etmiyoruz. Cumhurbaşkanı ve Milli Eğitim Bakanı’nın 10 bin atama sözünün tutulmasını istiyoruz. Unutulmasın ki söz ağızdan bir kez çıkar. Şayet bu söz yerine getirilmezse, devlete olan güven de sarsılır.
Bu arada MEB Temmuz ayında 20 bin 125 atama yapmasına rağmen güvenlik soruşturmalarının uzun sürmesi nedeniyle bu öğretmenlerimiz hala görevlerine başlamamıştır. Bu soruşturmalar ne zaman tamamlanacak, öğretmenlerimiz görevlerine ne zaman başlayacaktır? Bakanlık öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin daha fazla mağdur olmaması için süreci hızlandırmalıdır.
Türk Eğitim-Sen olarak 2017-2018 Eğitim-Öğretim Yılında toplam 100 bin atama istiyoruz. 100 binin üzerinde norm kadro açığı olduğu ve ücretli çalıştırılan öğretmenlerle verim alamayacağımız göz önüne alındığında bu oldukça makul bir taleptir. Hükümet unutmamalıdır ki, eğitime, öğretmene yapılan yatırım hiçbir zaman karşılıksız kalmaz, her zaman olumlu geri dönüşler alırsınız.
Okullaşma oranları:
Okullaşma oranları ülkemizde ne yazık ki istenildiği düzeyde değildir. Özellikle okul öncesinde okullaşma oranları hedeflenenin yakınından bile geçmemiştir. 4+4+4 sistemi ile birlikte okul öncesinin zorunlu eğitim kapsamından çıkarılması, okul öncesi eğitimde gerekli ivmenin kazanılamamasına neden olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre ülkemizdeki okul öncesi okullaşma oranları 2016-2017 yılında 5 yaşta yüzde 58,79’dur. İlkokulda okullaşma oranı ise düşüş göstermektedir. 2013-2014 eğitim-öğretim yılında ilkokulda okullaşma oranı yüzde 99,57 iken, 2016-2017 eğitim-öğretim yılında ise yüzde 91,16’ya düşmüştür. Bu radikal düşüş iyi irdelenmeli, gerekli tedbirler alınmalı ve okullaşma oranları eğitimin her kademesinde mutlaka artırılmalıdır. MEB’in son dönemde okul öncesi eğitimi teşvik eden çalışmalarına da destek veriyor, okul öncesi eğitimin açıklanan hedeflere uygun olarak mutlaka zorunlu eğitim kapsamında yer almasını istiyoruz.
Sözleşmeli, mülakatlı öğretmen alımı:
Sözleşmeli, mülakatlı öğretmenlik Türk milli eğitim tarihinin en büyük hatalarından birisidir. Bu çalışma yöntemi güvencesiz, kaderini amirinin iki dudağı arasına hapsetmiş, ayaklarına adeta pranga vurulmuş, üstelik KPSS’den en yüksek puanı bile alsanız hak etmeyenin atanabildiği, torpile, istismara açık, şeffaf olmayan bir öğretmen atama yöntemidir. Türk Eğitim-Sen olarak talebimiz sözleşmeli ve mülakatlı öğretmenliğin mutlaka kaldırılmasıdır.
Düşünsenize sözleşmeli öğretmenler tam 4 yıl sonra kadroya alınıyor, 2 yılda kadrolu çalıştıktan sora toplam 6 yıl sonra tayin isteme hakkına sahip oluyor. Bu, çakılı kadro anlamına geliyor. Son olarak yapılan bir düzenleme ile kadrolu öğretmene sözleşmeli öğretmen olan eşinin yanına gidebilmesi imkânı tanındı. Sözleşmeli öğretmen kadrolu olan öğretmen eşinin yanına gidemiyor, kadrolu öğretmen sözleşmeli öğretmen eşinin yanına tayin isteyebiliyor. Böylesine haksız bir uygulama olabilir mi? Binlerce öğretmenin mağdur edildiği, aile bütünlüklerinin bozulduğu bir sistem ne kadar verim ve kalite getirir? Üstelik 6 yıl sonra öğretmenin tayin talebinin gerçekleşeceğinin bir garantisi de yoktur. Sözleşmeli öğretmenlere sendikal tercihler yönüyle baskı da yapıldığı göz ardı edilmemelidir.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, sözleşmeli öğretmenler eş durumuna bağlı özür grubu ataması başvurusunda bulunamadığı için mağdur durumdadır. Kölelik düzeni olan sözleşmeli öğretmenlik mutlaka kaldırılmalıdır. Bu yapılana kadar da tüm sözleşmeli öğretmenlere eşi ne iş yapıyorsa yapsın, özür grubundan zorunlu hizmet bölgelerine yer değiştirme hakkı verilmelidir.
Mülakatın da ülkemizde ne anlama geldiğini bilmeyen yoktur. Mülakatın ne kadar sübjektif, torpile dayalı, hak edenin değil, yandaşın bir yerlere getirildiği bir sistem olduğu gerek okul yöneticiliği atamalarında gerek şube müdürlüğü atamalarında, gerekse sözleşmeli öğretmen alımlarında görülmüştür. Sözleşmeli öğretmen alımlarında yapılan mülakatlarda komisyonlar adil ve şeffaf çalışmamış, kriterler komisyondan komisyona değişiklik göstermiş, bazı adaylara KPSS’den yüksek puan almasına rağmen mülakatta çok düşük puanlar verilmiş ya da KPSS’den düşük puan almasına rağmen bazı adaylara mülakatta yüksek puanlar verilmiştir. Hatta ikinci kez mülakata giren bir adayın iki mülakat puanı birbirinden farklıdır. Sonuç itibariyle iyi niyetli bile olunsa mülakat doğru sonuçları asla vermemektedir. Kaldı ki mülakatı art niyetli kişiler çıkarları doğrultusunda da kullanabilmektedir. Zira son yapılan mülakatta Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın ‘+ - 5 puan’ talimatı bile dikkate alınmamıştır.
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz ısrarla mülakattan vazgeçilmeyeceğini ifade etmiştir. Bakanın mülakat ısrarını anlamak mümkün değildir. Hatta Yılmaz biraz daha ileri giderek mülakatla ilgili şikâyetlerin azaldığını söylemiştir. Mülakatla ilgili şikâyetlerin azaldığını düşünmek elbette mümkün değildir. Dolayısıyla mülakatta haksızlığa uğradığını düşünen tüm adaylar mutlaka sıkıntılarını dile getirmeli, her türlü yasal hakkını kullanmalıdır. Aksi taktirde yetkililer şikayetlerin azaldığını, her şeyin yoluna girdiğini düşünerek, mülakat ısrarını sürdürecektir. Oysaki hangi düzenleme yapılırsa yapılsın mülakatı hiçbir şekilde objektif hale getiremezsiniz. Amaç terör örgütü mensuplarını tespit etmek ise mülakat zaten bunun yolu değildir. Öğretmenleri sağlam bir güvenlik soruşturmasına tabi tutarak atayabilirsiniz. Bu minvalde sözleşmeli ve mülakatlı öğretmen alımının kaldırılmasını, tüm öğretmenlerin kadrolu ve KPSS puan üstünlüğüne göre atanmasını istiyoruz.
Yargı kararlarının uygulanmaması:
Yönetici atamalarında, şube müdürlüğü atamalarında MEB’in yargı kararlarına uymaması eğitimimizi çıkmaza sürüklemektedir. Yargı, sadece sözlü sınav sonuçları dikkate alınarak yapılan 1709 şube müdürlüğü atamasını iptal etmiş, MEB bu karara itiraz etmiş ve son olarak da Danıştay, MEB’in itirazını kabul etmemişti. MEB’in 1709 şube müdürü atamasını 30 gün içinde iptal etmesi gerekirken, bu kararının üzerinden aylar geçmiş ancak MEB bu süreçte şube müdürlüğü atamalarını hala iptal etmemiştir. Haksız olarak görevden alındığı yargı kararlarıyla tespit edilen okul yöneticileri ile ilgili MEB’in tutumu yine aynı yöndedir. Görüldüğü üzere MEB hukuku iğdiş etmekte, kendisini yargının üzerinde görmekte, bu kararları adeta yok saymaktadır. Hukuku görmezden gelen anlayış MEB’de adet haline gelmiştir. MEB bu arazlı anlayışı terketmelidir.
Müfredat:
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz müfredatı öve öve bitiremese de bu müfredat eğitimin ihtiyaçlarına cevap veremeyecek bir müfredattır. Tek taraflı, ben bilirimci anlayışla hazırlanan, ideolojik unsurların ağırlıklı olduğu bu müfredatın eğitimimize kalite getirmesi, nitelikli eğitimin önünü açması, dünya ülkeleri ile rekabet edecek noktaya getirmesi ham hayaldir.
Öncelikle müfredatta Atatürk ile ilgili konuların azaltılmış olması, bizim için en büyük eksikliktir. Bakan Yılmaz, ‘Atatürk ile ilgili kazanılması, öğrenilmesi gerekirken çıkarılan hiçbir konu yoktur’ dese de geçmiş müfredat ile karşılaştırıldığında daraltılan çok husus olduğunu görebiliyoruz. Hayat bilgisinden, T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük hatta Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine kadar birçok derste Atatürk ile ilgili konularda daraltmalar yapılması biz eğitimcileri hayal kırıklığına uğratmıştır. İnkılap tarihi ve Atatürkçülük dersinden, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine, müzik dersinden, biyoloji dersine kadar çok eleştirilen bir müfredatla karşı karşıyayız. Son karikatür krizi de ders kitaplarının içeriğini bir kez daha tartışmalı hale getirmiştir. Ne yazık ki burada da sorumluluğu bir Allah’ın kulu almamıştır.
Öte yandan burada gözden kaçırdığımız en önemli husus öğretmen meselesidir. Siz hangi müfredatı getirirseniz getirin öğretmen yetiştirme, öğretmeni donanımlı hale getirme konusunda bir verim sağlayamıyorsanız, hiçbir müfredatla başarıyı yakalayamazsınız. Öğretmeni öncelemezseniz, okulları sağlam, dik duruşlu, bilgili, liyakatli, kabiliyetli yöneticilere emanet etmezseniz, milli, çağdaş, bilim odaklı düşünen bürokratları kadrolara getirmezseniz, öğretmenleri sağlam bir hizmet içi eğitime tabi tutmazsanız, gelişmelerden haberdar etmezseniz, onları maddi ve özlük haklarını ileri noktaya taşımazsanız eğitim yarışında çok gerilerde kalırsınız.
Performans sistemi:
Öğretmen Strateji Belgesi’nde öğretmenlere performans sistemi getirileceği ve öğretmenlerin 4 yılda bir sınava tabi tutulacakları belirtilmişti. Öncelikle şunu söylemek istiyoruz ki, performans değerlendirmesi hangi amaçla yapılırsa yapılsın tıpkı mülakatta yaşananlar gibi adil sonuçlar doğurmayacaktır. Suiistimale çok açık olan bu uygulama ‘benim öğretmenim, benim memurum’ anlayışını hâkim kılacaktır. Yandaş olan, torpil bulan, biat eden, sırtı sıvazlanan kişiler performans değerlendirmesinden yüksek puanlar alırken, tüm bunları kabul etmeyenler adeta cezalandırılacaktır. Bu sistem ayrıştırmaktan başka bir amaca hizmet etmeyecektir.
Öte yandan öğretmenlerin performansının nasıl ölçüleceği de tartışma konusudur. Şayet okulların, öğrencilerin başarı durumu baz alınacaksa, her bölgenin, ilin, hatta mahallenin sosyo-ekonomik düzeyi, okulların başarı durumu farklıdır. Ailelerin çocuklarına sağladıkları imkânlar farklıdır. Kimi öğrenciler özel ders alabilirken, yabancı dil kursuna gönderilirken kimi aileler çocuklarına bu imkânları sağlayamamaktadır. Üstelik başarı öğrencilerin kişisel performansları ile de yakın ilişkilidir. Dolayısıyla performans değerlendirmesinde hangi kriteri getirirseniz getirin doğru bir sonuç alamasınız.
İstihdam edilen tüm öğretmenlerin 4 yılda bir sınava tabi tutulması da gündemdedir. Öğretmenin bilgiyi öğrenciye aktarabilmesi, ders içindeki tutum ve davranışları, öğrenciyle olan iletişimi, onu çocuğu gibi sahiplenmesi de çok önemlidir. Bu sınav öğretmen üzerinde motivasyonu düşürecek, stresi artıracaktır. Öğretmenlerden gerçek başarı bekliyorsanız onları sözde değil, gerçek anlamda sağlam bir hizmet içi eğitime tabi tutarsınız. Üstelik sınavın içeriği tam anlamıyla öğretmen yeterliliğini ölçecek midir? Sözlü sınav da söz konusu olacak mıdır? Öğretmenlerimiz 5 yılda bir ciddi bir hizmet içi eğitimden geçirilerek, her türlü gelişmeyi, yeniliği takip edebilir ve mesleğine olumlu katkı sağlayabilir. Bunun dışındaki sınav, performans gibi ucu açık, adaleti sağlayamayacak, öğretmenler üzerinde tehdit, baskı yaratacak, onları geliştirmek bir yana köreltecek, mesleklerine olan inançlarını azaltacak, mesleki tükenmişlik yaşamalarına neden olacak yöntemler verimi düşürecektir. Öğretmenlerin birçok elemeden geçerek atandığı düşünüldüğünde cezalandırmaya yönelik değil, hizmet içi eğitim gibi öğretmeni kazanmaya, verimi ve motivasyonu artırmaya yönelik bir sistem başarıyı getirir.
Dikkat çekmek istediğimiz diğer hususlar da şunlardır:
• Öğretmenlerimizin kariyer basamakları da yıllardır yılan hikâyesine dönüşmüştür. Bu konuda da artık gerekli adımlar atılmalı, adaletsizlikler ortadan kaldırılmalıdır. Türk Eğitim-Sen olarak kariyer basamaklarının kıdeme göre belirlenmesini talep ediyoruz. Herhangi bir sınava tabi tutulmadan 10 yılını dolduran öğretmenlere uzman öğretmen, 20 yılını dolduran öğretmenlere ise başöğretmen unvanı verilmelidir. Bunun dışında sınavla ya da başka yöntemlerle verilecek bu unvanlar öğretmenler arasında çalışma barışını bozacaktır.
• Türk Eğitim-Sen’in en önemli taleplerinden birisi 2. il içi ve iller arası özür tayinleri ve diplomaya bağlı alan değişikliğinin yapılmasına yönelikti. MEB sadece iller arası özür tayinlerini gerçekleştireceğini açıkladı, daha sonra sendikamızın da girişimleriyle il içi özür mağdurlarına da hak tanıdı. İl içi özür tayinleri için de 2. bir hak verilmesi elbette önemlidir ancak sorun hala çözülmemiştir. Bu noktada il içi özür mağdurları ile ilgili yapılması gereken; en az 2 ya da 3 yıl ailesinden ayrı ve 50 km'den daha uzakta bir ilçede çalışıyor ise tayin isteği gerçekleşmelidir. Bu şartları taşımayanlar ise ancak ihtiyaç olmaması ve tayin istediği yerde açık olması halinde yer değiştirme hakkına sahip olmalıdır.
• Bilindiği gibi her yıl eğitim-öğretim yılı başında verilen Eğitim-Öğretime Hazırlık Ödeneği tüm eğitim çalışanlarına ödenmemektedir. Oysaki sendika olarak bu ödeneğin ayrım yapılmaksızın tüm eğitim çalışanlarına ödenmesi gerektiğini yıllardır dile getiriyorduk. Zira öğretmeni, memuru, hizmetlisi, veri hazırlayıcısı, daktilografı hep birlikte eğitim çalışanları bir bütündür. Eğitim çalışanları arasında ayrım yapmak, hatta bazı eğitim çalışanlarını yok saymak büyük bir haksızlıktır. Öte yandan yardımcı hizmetler sınıfında görev yapan eğitim çalışanlarının özlük ve tayinlerle ilgili sorunları vardır. Yardımcı hizmetler sınıfının görev tanımı yapılmadığı için angarya işlerde de çalıştırılmaktadır. Yükselmelerinin önünde engeller vardır. Tüm bu olumsuzluklar giderilmelidir. Diğer yandan bir kez daha yineliyoruz; gerekli eğitimini tamamlamış olanların bir defaya mahsus olmak üzere Genel İdari Hizmetler Sınıfına geçmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca 4/B ve 4/C’lilere kadro verilmesi bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da değişmez taleplerimiz arasında olacaktır.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Celal AKARSU
Türk Eğitim Sen Rize Şube Başkanı
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.