Maria Sharapova: Liseyi dışardan bitirdim
Ayşe Arman, tenis kortlarının seksi güzeli Maria Sharapova ile W Hotel’in süitinde röportaj yaptı.
Ayşe Arman, TEB BNP Paribas WTA Championships dünya kadınlar tenis şampiyonası için Türkiye gelen Maria Sharapova ile röportaj yaptı. Ayşe Arman bu seks sorusu sormadan durur mu? Direk olmasa da hafif imalı olarak Sharapova'ya kortta attığı çığlıkları sordu.. Bir de onu yatak çığlıklarıyla kıyaslayınca Sharapova tavrını koydu..
İşte o röportaj..
İŞTE karşımda Maria Sharapova. W Hotel’de bir süitteyiz. Sadece 15 dakikam var. Ve başlıyoruz. Ben size bir şey söyleyeyim mi, güzelliği, seksiliği, kortta attığı yatak odası çığlıklarına benzeyen çığlıkları filan palavra. Zekâsı söz konusu olunca bunların lafı bile olmaz. Devede kulak. İnanılmaz akıllı bir kadınla karşı karşıyayım. Yemin ederim, hepimizi susuz getirir, susuz götürür. Vehbi Koç gibi, Bernard Nahum gibi, Aydın Doğan gibi bir kadından söz ediyoruz. Müthiş bir iş zekâsı var. Ve daha yirmilerinin başında.
Sakin, çok sakin, tıkır tıkır her şeye yanıt veriyor. Herhangi bir paniği yok. Ağzından çıkan her şeyi tartıyor, açık, samimi, saçmalamıyor, kendini çok iyi ifade ediyor. Ve attığı her adım para. Bunu da biliyor. Medyanın hakkında ne yazdığı, ne söylediği de onu zerre kadar ilgilendirmiyor. Sadece bir sporcu değil yani, muazzam bir işkadını. Kafaya da o basketbolcu sevgilisiyle evlenmeyi koymuş. Yakında haberini alırız...
Çernobil faciası bizi çok etkiledi. Sizi?
- Etkilemez mi?
Bütün hayatım değişti. Annem, Çernobil patladığında, bana hamileymiş ve Belarus'ta yaşıyormuşuz. E tabii felaket olunca, hepimiz açısından hayati bir tehlike oluşmuş. Acilen karar vermeleri gerekiyormuş: "Kalalım mı, göçelim mi?" B şıkkını tercih edip, Rusya'ya göçmüşler. Çernobil yaşanmasaydı, ben büyük ihtimalle Belarus'ta doğacaktım.
Bütün Belaruslu kızlar güzel midir?
- (gülüyor) Sadece Belarus'a özgü değil, galiba bütün Rus kadınları öyle. Bakınca hemen anlaşılır bir kadın Rus mu değil mi? Teni başkadır, bir dirilik, farklılık vardır.
AİLEMDE SPORCU YOK
Doğru! Ama biz Türkiye'de Rus kadınlarına karşı önlemimizi aldık. Kıskançlıktan şöyle diyoruz: "Gençken güzeller ama yaşlanınca fena sarkıyorlar, onların yaşlılığı bizimkinden kötü oluyor!"
- (gülüyor) Alakası yok!
Hikâyenize devam edelim. Anneniz ve babanız, siz doğmadan Rusya'ya taşındı...
- Evet çünkü taşınabilecek imkânımız, paramız vardı. Bizim kadar şanslı olmayanlar, o facianın ve nükleer tehlikenin ortasında kaldı. Çernobil'le ilgili verilmesi gereken hâlâ önemli mesajlar var: "Yaşandı, bitti" değil. Pek çok aile, o felakette zarar gördü, sadece onlar değil, onların çocukları ve torunları da. Jenerasyonlardan söz ediyoruz. Fakat öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanlar Çernobil diye bir facianın yaşandığını unuttu bile.
Belarus sorusunu şundan da sordum: Siz, evet muhteşem bir yeteneksiniz. Ama aynı zamanda çok güzel ve seksiniz. Bu, bir avantaj mı, dezavantaj mı?
- 7 yaşında Amerika'ya taşındığımda dezavantaj değildi. Ama avantajını da yaşamadım. Çünkü 7 yaşında bütün çocuklar, tatlı ve güzeldir. Oraya gitmemin sebebi de, teniste bir potansiyelimin olduğunun söylenmesiydi. O yüzden taşındık. Hayat boyu bütün amacım buydu: Teniste bir yere gelmek, başarılı olmak. Bu kadar erken yaşta kendinize bir hedef belirliyorsanız, şaşmanız zor. Dolayısıyla, güzellik filan umurumda olmadı...
Kaderinizi değiştiren babanızın tenis koçu olması mıydı?
- Babam hiçbir zaman tenis koçu değildi ki...
Öyle mi? İnternette sizi çalışırken böyle bir bilgiye rastladım...
- Ya işte internette doğru zannederek okuduğunuz pek çok bilgi asılsız aslında. Babam tenis oynardı ama hiçbir zaman tenis antrenörü olmadı.
Anneniz?
- Beni doğurduğunda üniversite öğrencisiydi, sonra dansçı oldu.
Sizin tenis aşkınız nasıl başladı?
- Hiçbir fikrim yok.
Peki dünya çapında bir yeteneğiniz olduğu nasıl anlaşıldı?
- Küçükken bir şekilde tenis oynamaya başladım. Rusya'da bir spor seçer, ilerlersiniz. Tabii ki, disiplinliydim. Ama her konuda disiplinli olmak zorundaydım, böyle yetiştirildim. Ama ailemde profesyonel bir sporcu yoktu, hiç olmadı.
Hani biz çocuklarımızı, haftada bir gün resme, bir gün baleye, bir gün tenise götürüyoruz, onları bir sürü şeyle tanıştırıyoruz, bir alanda ilerliyorlar ya, öyle mi oldu?
- Rusya'da ya o ya bu gibi böyle seçenekleriniz yoktur. Bir şeyi seçersiniz, ona yüklenirsiniz ya da hiçbir şey yapmazsınız. Ailelerin, çocuklarına birden fazla seçeneği sunma şansı yoktur.
BABA-KIZ GÖÇ ETTİK
Peki 6 yaşındaki bir çocukta herhangi bir yeteneği nasıl görürsün?
- Zor tabii. Çok uzun bir yol, tamamen bilemezsin. Ama karar verirsin ve o kararında ilerlersin.
Efsanevi tenisçi Navratilova'nın sizde büyük yetenek gördüğü ve ailenize bunu söylediği doğru mu?
- Bakın o doğru. Yüzlerce çocuk arasında beni gördü ve bende bir potansiyel olduğunu, devam ettiğim takdirde iyi bir tenisçi olabileceğimi aileme söyledi. Yine de, bir seçim bu. Ve zor bir seçim. Annem ve babam, bütün varlarını yoklarını ortaya koydular, hatta büyükannem ve dedemden de yardım aldılar, benim için bir gelecek programı çizdiler...
Ve siz, babanızla Amerika'ya gittiniz...
- Evet. Baba-kız, resmen göç ettik.
Anneniz?
- İlk aşamada o gelemedi. Çünkü babam orada bir iş bulmuştu ve yanına sadece bir kişiyi alabiliyordu. Birlikte Florida'ya gittik, beni bir tenis akademisine yazdırdı. Rusya'yı terk ettiğimizde, annemden 2 yıl ayrı kalacağımı ne babam ne de ben biliyorduk.
Peki gitmeden, "Şu eyalete yerleşeceğiz, Maria'yı da şu tenis okuluna yazdıracağız" bunları biliyor muydunuz?
- Hayır. Hiçbir şeyi ayarlamamıştık. Gidip bir akademinin kapısını çalacaktık. Sadece Florida'nın bu konuda iyi olduğunu duymuştuk. Her şey biraz tesadüfi oldu.
SONRADAN UZADIM
Elinizde Navratilova'nın mektubu, "Bu kız çok iyi" tavsiyesi filan...
- Hiçbir şey yoktu. Resmen şansımızı denedik. Biliyorum biraz acayip. Bizimkiler bu riski alıyor, işe de yarıyor. Ama benim hikâyem de işe yaradı. Benim örneğimden yola çıkarak başkaları da denedi. Hüsrana uğradılar.
Peki o yıllarda Rusya'dan çıkmak kolay mıydı?
- Değildi.
Siz annesinden ayrı olan küçük bir kız olarak ne hissettiniz?
- Onu çok özledim. Ama babamla birlikteydim. Ve dünyadaki en büyük tenis akademilerinden birindeydim. Yaşıtım olan başka çocuklarla birlikteydim, küçükken daha kolay adapte olabiliyorsunuz. Büyük travmalar, sorunlar yaşamadım yani.
Siz tenis için çok uzun boylu değil misiniz?
- Küçükken bu kadar uzun boylu değildim, sonradan uzadım.
KENDİMİ TENİSE ADADIM
Peki iki yıl sonra anneyle buluşmak nasıldı?
- Şahane! Ama ben yalnızlık hissetmedim. Evet, telefonda pek konuşamıyordum, pahalıydı, e-mail gibi şeyler yoktu o dönemde, ama birbirimize yazdığımız mektuplar çok değerliydi. Ve hayatımda tenis vardı. Hep tenis. Başka bir şey düşünecek zamanım yoktu. Bir şeyi bu kadar tutkuyla yapınca, bütün varınızla yoğunuzla ona dalıyorsunuz. Ben de öyle yaptım.
17 yaşında Wimbledon'ı kazandınız. Ve sonra gerisi geldi. O yaştaki biri için bu şoke edici olmalı. Bu kadar büyük bir başarı, bu kadar büyük para... Nasıl "normal" kalabildiniz?
- Her şey, insanın tercihleriyle alakalı. Ben başıma gelen şeyleri, daha doğrusu emeğimin karşılığını normal olarak değerlendirdim. Farklı şeyler atfetmedim. Yani insanın kendi elinde delirip delirmemek, çizgiden çıkıp çıkmamak. Ben çıkmadım.
Sizin asistanlarınız, menajerleriniz, çantalarınızı taşıyan birileri filan yok mu yani...
- Daha neler. Her şeyini kendi yapan bir insanım. Her şeyden önce sporcuyum. Gülmez misiniz öyle bir kadına?
Peki yaptığınız şeyin en iyisi olmanızı sağlayan kişilik özelliğiniz neydi?
- Rekabetçi bir kişiliğim var.
Ama bir sürü insan öyle... Neden siz?
- Bilmiyorum bu sorunun cevabını.
Peki "Çocukluğumda hamburger yemedim, şunu bunu yapmadım?.."
- A tabii var öyle şeyler. Adadım ben kendimi tenise. Başka türlüsünü bilmiyorum ki. Bana daha farklı bir yol tanınmadı.
Bu, kötü bir şey değil mi...
- Hayır, bu benim gerçeğim. Hayat boyunca bir sınıfta eğitim almadım, normal bir okula gitmedim, 30 kişilik sınıflar nasıl bilmiyorum mesela.
LİSEYİ DIŞARDAN BİTİRDİM
Nasıl yani?
- Hep özel okullara gittim, taş çatlasa 10 kişi vardı sınıfta. Üniversiteye gitmedim. Liseyi bile on-line bitirdim. Sıra dışı olmanın bedelleri var.
Her akşam yedi buçukta uyumanız mı gerekiyordu?
- Hayır ama partileme hakkım yoktu. Benim disiplinli olmam gerekiyordu ki bir sonraki güne hazırlanabileyim. Tenis erken olgunlaştırır insanı, çünkü bütün dünyayı gezersiniz. 14-15 yaşından itibaren otel odalarında geçti hayatım. Her ne kadar babanız yanınızda olsa da, yalnızsınız, kortta, müsabakalarda. Bir de iş sadece sahada tenis oynamakla bitmiyor, basının karşısına da çıkıyorsunuz. Bir sürü insan size sorular soruyor, kontrollü olmanız, ne yaptığınızı, ne söylediğinizi biliyor olmanız lazım.
20'lerin başında milyon dolarlar kazanmak nasıl bir şey?
- Güzel.
Paranızı kim idare ediyor? Babanız mı?
- Paramı idare eden bir takım var. Tabii ki para, büyük özgürlük. Manevi bir tatmin de aynı zamanda, ben büyükanneme, büyükbabama da destek oluyorum.
Kaç paranız olduğunu biliyor musunuz?
- Elbette. Bir sürü şeyin farkındayım ve bir sürü şey benim kontrolümde. Başka türlüsü mümkün değil zaten, o zaman başkaları sizi idare etmeye başlar.
Anna Kournikova ile sürekli kıyaslanıyordunuz bir ara. Sanırım bu ikinizin de hoşuna gitmiyordu...
- İkimizin de bundan şikâyetçi olduğumuzu zannetmiyorum. Biz sadece, "İki farklı insanız" dedik. Ama evet, ikimiz de kendi çapımızda büyük işler yaptık.
Kadın olarak da kıyaslıyorlardı...
- Bu da normal. İkimiz de aynı sporu yapıyoruz, sarışınız, Rus'uz, ikimiz de Amerika'ya taşındık, kıyaslanmamız normal.
İkiniz de çok güzelsiniz...
- (gülüyor) Bunu siz söylüyorsunuz...
İnsanlar sizin güzelliğiniz ve seksapelinizden söz edince rahatsız oluyor musunuz?
- Yok canım.
GÜZELLİK GERİ PLANDA
Alınıyor musunuz?
- Hayır.
Çünkü bazı kadınlar, bu güzellik meselesinin yeteneklerini gölgede bırakmasından rahatsız olurlar...
- Benim için böyle bir şey yok. Ama çok da ciddiye almıyorum.
Dünyayı değiştirecek 20 insandan biri seçildiniz...
- Evet. Ama çok zaman önceydi...
Aynı zamanda, yeryüzünün en güzel 50 insanından biri de seçildiniz...
- Bu tür şeyler insanı gururlandırıyor. Ama dediğim gibi abartmaya gerek yok.
Belli sorular gelince, rahatsız ve huzursuz oluyor musunuz?
- Eğer tenis de konuşuyorsak hayır. Ama bir art niyet sezersem devam etmem.
ANNE OLMA İSTİYORUM
Şimdi TAGHeuer saatlerinin yüzüsünüz. Türkiye'ye de bu yüzden geldiniz aslında. Saatleri gerçekten seviyor musunuz?
- Hem de nasıl. Küçükken, erkek saatlerine bayılırdım, hâlâ öyle. Belki de çok uzun boylu olduğum için küçücük, çok kadınsı saatler takmam.
Bugüne kadar pek çok markayla çalıştınız...
- Evet, bu tür projeler hoşuma gidiyor. Benim tenis dışında da tutkularım var: Tasarım, moda, stil. Daha doğrusu yaratıcı işler ilgimi çekiyor. İnsanlara ilham verecek projelerde yer almak hoşuma gidiyor. Bu, TAGHeuer için de olabilir, Nike için de. Tenis oynayıp eve ya da otele döndükten sonra, bana oyalanacak başka şeyler gerekiyor.
Gelecek planlarınızda ne var?
- Şimdilik tenise devam. Bir de, şiddetli bir şekilde anne olmak istiyorum. Aile kurmak benim için önemli, onu asla pas geçemem.
İnsanlar sizin sadece yeteneğinize, azminize değil, güzelliğinize de hayran...
- Olabilir. Bu kabul edildiğim, onaylandığım anlamına geliyor. Ama hayat da devam ediyor, sürekli ortalıkta, "Biliyor musunuz, ben şunu şunu başardım!" diye dolaşacak halim yok. Benim hayatta bir amacım vardı, hedefe kilitlendim, çok çalıştım ve başarılı oldum. Ama başarmak kadar, o başarıyı sürekli kılmak da zordur. Hatta daha zor. Hâlâ deli gibi çalışıyorum. Onun dışında ben gayet normal bir insanım, kimseden bana altın tepside çay, kahve sunmalarını filan beklemiyorum.
İMALI SEKS SORUSU
Kortlarda bağırıyorsunuz...
- Evet...
İnsanlar da buna bayılıyor...
- Öyle mi?
Evet. Kortta attığınız çığlıkları başka bir yerde attığınız çığlıklarla kıyasladıklarında, bu tür geyik yaptıklarında sinir oluyor musunuz...
- Bakın, ben gerçekten sadece yaptığım şeyle ilgiyim. Tenise başladığımdan beri, o çığlıkları atıyorum. Benim için doğal, kim ne isterse düşünebilir...
Gelelim İstanbul'a...
- Pek çok yer gördüm dünyada, İstanbul hiçbir yere benzemiyor. Çok heyecan verici. Resmen büyülendim. Ama o kadar büyük ki, bir-iki seferde keşfetmeye olanak yok. Turnuvanın burada olması beni çok mutlu etti, keşke şu sakatlık da olmasaydı. Biliyorsunuz nişanlım da burada yaşıyor, o yüzden biraz erken geldim.
İnsanlar bana, "Bu kadar iyi bir tenisçinin aynı zamanda bu kadar güzel olması haksızlık değil mi!" Lütfen bunu da sorar mısın ona dediler...
- (gülüyor) İnsanların aklından geçenleri kontrol edemem. Ama normal karşılıyorum. Benim hakkımda tenis dışındaki şeyleri de hep merak ettiler. Özel hayatımı, sevgilimi merak ettiler. Normal. Yapacak bir şey yok. Ama verecek cevabım da yok.
Nişanlınız burada olduğuna göre demek ki sizi İstanbul'da daha sık görebileceğiz...
- Evet kesinlikle. Bir sürü görmeye fırsat bulamadığım yer var, mesela Kapalıçarşı. Kapalıydı. Bebek'e gittim, çok sevdim. Bir de çay geleneğinizi çok sevdim. Bizde Rusya'da da vardır.
Son soru: Nişanlınızla evlenecek misiniz?
- Evet. Hep nişanlı kalacak halimiz yok. Tarihi de belli. Ama o tarihi bir gazeteciye söylemeyeceğim!
İşte o röportaj..
İŞTE karşımda Maria Sharapova. W Hotel’de bir süitteyiz. Sadece 15 dakikam var. Ve başlıyoruz. Ben size bir şey söyleyeyim mi, güzelliği, seksiliği, kortta attığı yatak odası çığlıklarına benzeyen çığlıkları filan palavra. Zekâsı söz konusu olunca bunların lafı bile olmaz. Devede kulak. İnanılmaz akıllı bir kadınla karşı karşıyayım. Yemin ederim, hepimizi susuz getirir, susuz götürür. Vehbi Koç gibi, Bernard Nahum gibi, Aydın Doğan gibi bir kadından söz ediyoruz. Müthiş bir iş zekâsı var. Ve daha yirmilerinin başında.
Sakin, çok sakin, tıkır tıkır her şeye yanıt veriyor. Herhangi bir paniği yok. Ağzından çıkan her şeyi tartıyor, açık, samimi, saçmalamıyor, kendini çok iyi ifade ediyor. Ve attığı her adım para. Bunu da biliyor. Medyanın hakkında ne yazdığı, ne söylediği de onu zerre kadar ilgilendirmiyor. Sadece bir sporcu değil yani, muazzam bir işkadını. Kafaya da o basketbolcu sevgilisiyle evlenmeyi koymuş. Yakında haberini alırız...
Çernobil faciası bizi çok etkiledi. Sizi?
- Etkilemez mi?
Bütün hayatım değişti. Annem, Çernobil patladığında, bana hamileymiş ve Belarus'ta yaşıyormuşuz. E tabii felaket olunca, hepimiz açısından hayati bir tehlike oluşmuş. Acilen karar vermeleri gerekiyormuş: "Kalalım mı, göçelim mi?" B şıkkını tercih edip, Rusya'ya göçmüşler. Çernobil yaşanmasaydı, ben büyük ihtimalle Belarus'ta doğacaktım.
Bütün Belaruslu kızlar güzel midir?
- (gülüyor) Sadece Belarus'a özgü değil, galiba bütün Rus kadınları öyle. Bakınca hemen anlaşılır bir kadın Rus mu değil mi? Teni başkadır, bir dirilik, farklılık vardır.
AİLEMDE SPORCU YOK
Doğru! Ama biz Türkiye'de Rus kadınlarına karşı önlemimizi aldık. Kıskançlıktan şöyle diyoruz: "Gençken güzeller ama yaşlanınca fena sarkıyorlar, onların yaşlılığı bizimkinden kötü oluyor!"
- (gülüyor) Alakası yok!
Hikâyenize devam edelim. Anneniz ve babanız, siz doğmadan Rusya'ya taşındı...
- Evet çünkü taşınabilecek imkânımız, paramız vardı. Bizim kadar şanslı olmayanlar, o facianın ve nükleer tehlikenin ortasında kaldı. Çernobil'le ilgili verilmesi gereken hâlâ önemli mesajlar var: "Yaşandı, bitti" değil. Pek çok aile, o felakette zarar gördü, sadece onlar değil, onların çocukları ve torunları da. Jenerasyonlardan söz ediyoruz. Fakat öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanlar Çernobil diye bir facianın yaşandığını unuttu bile.
Belarus sorusunu şundan da sordum: Siz, evet muhteşem bir yeteneksiniz. Ama aynı zamanda çok güzel ve seksiniz. Bu, bir avantaj mı, dezavantaj mı?
- 7 yaşında Amerika'ya taşındığımda dezavantaj değildi. Ama avantajını da yaşamadım. Çünkü 7 yaşında bütün çocuklar, tatlı ve güzeldir. Oraya gitmemin sebebi de, teniste bir potansiyelimin olduğunun söylenmesiydi. O yüzden taşındık. Hayat boyu bütün amacım buydu: Teniste bir yere gelmek, başarılı olmak. Bu kadar erken yaşta kendinize bir hedef belirliyorsanız, şaşmanız zor. Dolayısıyla, güzellik filan umurumda olmadı...
Kaderinizi değiştiren babanızın tenis koçu olması mıydı?
- Babam hiçbir zaman tenis koçu değildi ki...
Öyle mi? İnternette sizi çalışırken böyle bir bilgiye rastladım...
- Ya işte internette doğru zannederek okuduğunuz pek çok bilgi asılsız aslında. Babam tenis oynardı ama hiçbir zaman tenis antrenörü olmadı.
Anneniz?
- Beni doğurduğunda üniversite öğrencisiydi, sonra dansçı oldu.
Sizin tenis aşkınız nasıl başladı?
- Hiçbir fikrim yok.
Peki dünya çapında bir yeteneğiniz olduğu nasıl anlaşıldı?
- Küçükken bir şekilde tenis oynamaya başladım. Rusya'da bir spor seçer, ilerlersiniz. Tabii ki, disiplinliydim. Ama her konuda disiplinli olmak zorundaydım, böyle yetiştirildim. Ama ailemde profesyonel bir sporcu yoktu, hiç olmadı.
Hani biz çocuklarımızı, haftada bir gün resme, bir gün baleye, bir gün tenise götürüyoruz, onları bir sürü şeyle tanıştırıyoruz, bir alanda ilerliyorlar ya, öyle mi oldu?
- Rusya'da ya o ya bu gibi böyle seçenekleriniz yoktur. Bir şeyi seçersiniz, ona yüklenirsiniz ya da hiçbir şey yapmazsınız. Ailelerin, çocuklarına birden fazla seçeneği sunma şansı yoktur.
BABA-KIZ GÖÇ ETTİK
Peki 6 yaşındaki bir çocukta herhangi bir yeteneği nasıl görürsün?
- Zor tabii. Çok uzun bir yol, tamamen bilemezsin. Ama karar verirsin ve o kararında ilerlersin.
Efsanevi tenisçi Navratilova'nın sizde büyük yetenek gördüğü ve ailenize bunu söylediği doğru mu?
- Bakın o doğru. Yüzlerce çocuk arasında beni gördü ve bende bir potansiyel olduğunu, devam ettiğim takdirde iyi bir tenisçi olabileceğimi aileme söyledi. Yine de, bir seçim bu. Ve zor bir seçim. Annem ve babam, bütün varlarını yoklarını ortaya koydular, hatta büyükannem ve dedemden de yardım aldılar, benim için bir gelecek programı çizdiler...
Ve siz, babanızla Amerika'ya gittiniz...
- Evet. Baba-kız, resmen göç ettik.
Anneniz?
- İlk aşamada o gelemedi. Çünkü babam orada bir iş bulmuştu ve yanına sadece bir kişiyi alabiliyordu. Birlikte Florida'ya gittik, beni bir tenis akademisine yazdırdı. Rusya'yı terk ettiğimizde, annemden 2 yıl ayrı kalacağımı ne babam ne de ben biliyorduk.
Peki gitmeden, "Şu eyalete yerleşeceğiz, Maria'yı da şu tenis okuluna yazdıracağız" bunları biliyor muydunuz?
- Hayır. Hiçbir şeyi ayarlamamıştık. Gidip bir akademinin kapısını çalacaktık. Sadece Florida'nın bu konuda iyi olduğunu duymuştuk. Her şey biraz tesadüfi oldu.
SONRADAN UZADIM
Elinizde Navratilova'nın mektubu, "Bu kız çok iyi" tavsiyesi filan...
- Hiçbir şey yoktu. Resmen şansımızı denedik. Biliyorum biraz acayip. Bizimkiler bu riski alıyor, işe de yarıyor. Ama benim hikâyem de işe yaradı. Benim örneğimden yola çıkarak başkaları da denedi. Hüsrana uğradılar.
Peki o yıllarda Rusya'dan çıkmak kolay mıydı?
- Değildi.
Siz annesinden ayrı olan küçük bir kız olarak ne hissettiniz?
- Onu çok özledim. Ama babamla birlikteydim. Ve dünyadaki en büyük tenis akademilerinden birindeydim. Yaşıtım olan başka çocuklarla birlikteydim, küçükken daha kolay adapte olabiliyorsunuz. Büyük travmalar, sorunlar yaşamadım yani.
Siz tenis için çok uzun boylu değil misiniz?
- Küçükken bu kadar uzun boylu değildim, sonradan uzadım.
KENDİMİ TENİSE ADADIM
Peki iki yıl sonra anneyle buluşmak nasıldı?
- Şahane! Ama ben yalnızlık hissetmedim. Evet, telefonda pek konuşamıyordum, pahalıydı, e-mail gibi şeyler yoktu o dönemde, ama birbirimize yazdığımız mektuplar çok değerliydi. Ve hayatımda tenis vardı. Hep tenis. Başka bir şey düşünecek zamanım yoktu. Bir şeyi bu kadar tutkuyla yapınca, bütün varınızla yoğunuzla ona dalıyorsunuz. Ben de öyle yaptım.
17 yaşında Wimbledon'ı kazandınız. Ve sonra gerisi geldi. O yaştaki biri için bu şoke edici olmalı. Bu kadar büyük bir başarı, bu kadar büyük para... Nasıl "normal" kalabildiniz?
- Her şey, insanın tercihleriyle alakalı. Ben başıma gelen şeyleri, daha doğrusu emeğimin karşılığını normal olarak değerlendirdim. Farklı şeyler atfetmedim. Yani insanın kendi elinde delirip delirmemek, çizgiden çıkıp çıkmamak. Ben çıkmadım.
Sizin asistanlarınız, menajerleriniz, çantalarınızı taşıyan birileri filan yok mu yani...
- Daha neler. Her şeyini kendi yapan bir insanım. Her şeyden önce sporcuyum. Gülmez misiniz öyle bir kadına?
Peki yaptığınız şeyin en iyisi olmanızı sağlayan kişilik özelliğiniz neydi?
- Rekabetçi bir kişiliğim var.
Ama bir sürü insan öyle... Neden siz?
- Bilmiyorum bu sorunun cevabını.
Peki "Çocukluğumda hamburger yemedim, şunu bunu yapmadım?.."
- A tabii var öyle şeyler. Adadım ben kendimi tenise. Başka türlüsünü bilmiyorum ki. Bana daha farklı bir yol tanınmadı.
Bu, kötü bir şey değil mi...
- Hayır, bu benim gerçeğim. Hayat boyunca bir sınıfta eğitim almadım, normal bir okula gitmedim, 30 kişilik sınıflar nasıl bilmiyorum mesela.
LİSEYİ DIŞARDAN BİTİRDİM
Nasıl yani?
- Hep özel okullara gittim, taş çatlasa 10 kişi vardı sınıfta. Üniversiteye gitmedim. Liseyi bile on-line bitirdim. Sıra dışı olmanın bedelleri var.
Her akşam yedi buçukta uyumanız mı gerekiyordu?
- Hayır ama partileme hakkım yoktu. Benim disiplinli olmam gerekiyordu ki bir sonraki güne hazırlanabileyim. Tenis erken olgunlaştırır insanı, çünkü bütün dünyayı gezersiniz. 14-15 yaşından itibaren otel odalarında geçti hayatım. Her ne kadar babanız yanınızda olsa da, yalnızsınız, kortta, müsabakalarda. Bir de iş sadece sahada tenis oynamakla bitmiyor, basının karşısına da çıkıyorsunuz. Bir sürü insan size sorular soruyor, kontrollü olmanız, ne yaptığınızı, ne söylediğinizi biliyor olmanız lazım.
20'lerin başında milyon dolarlar kazanmak nasıl bir şey?
- Güzel.
Paranızı kim idare ediyor? Babanız mı?
- Paramı idare eden bir takım var. Tabii ki para, büyük özgürlük. Manevi bir tatmin de aynı zamanda, ben büyükanneme, büyükbabama da destek oluyorum.
Kaç paranız olduğunu biliyor musunuz?
- Elbette. Bir sürü şeyin farkındayım ve bir sürü şey benim kontrolümde. Başka türlüsü mümkün değil zaten, o zaman başkaları sizi idare etmeye başlar.
Anna Kournikova ile sürekli kıyaslanıyordunuz bir ara. Sanırım bu ikinizin de hoşuna gitmiyordu...
- İkimizin de bundan şikâyetçi olduğumuzu zannetmiyorum. Biz sadece, "İki farklı insanız" dedik. Ama evet, ikimiz de kendi çapımızda büyük işler yaptık.
Kadın olarak da kıyaslıyorlardı...
- Bu da normal. İkimiz de aynı sporu yapıyoruz, sarışınız, Rus'uz, ikimiz de Amerika'ya taşındık, kıyaslanmamız normal.
İkiniz de çok güzelsiniz...
- (gülüyor) Bunu siz söylüyorsunuz...
İnsanlar sizin güzelliğiniz ve seksapelinizden söz edince rahatsız oluyor musunuz?
- Yok canım.
GÜZELLİK GERİ PLANDA
Alınıyor musunuz?
- Hayır.
Çünkü bazı kadınlar, bu güzellik meselesinin yeteneklerini gölgede bırakmasından rahatsız olurlar...
- Benim için böyle bir şey yok. Ama çok da ciddiye almıyorum.
Dünyayı değiştirecek 20 insandan biri seçildiniz...
- Evet. Ama çok zaman önceydi...
Aynı zamanda, yeryüzünün en güzel 50 insanından biri de seçildiniz...
- Bu tür şeyler insanı gururlandırıyor. Ama dediğim gibi abartmaya gerek yok.
Belli sorular gelince, rahatsız ve huzursuz oluyor musunuz?
- Eğer tenis de konuşuyorsak hayır. Ama bir art niyet sezersem devam etmem.
ANNE OLMA İSTİYORUM
Şimdi TAGHeuer saatlerinin yüzüsünüz. Türkiye'ye de bu yüzden geldiniz aslında. Saatleri gerçekten seviyor musunuz?
- Hem de nasıl. Küçükken, erkek saatlerine bayılırdım, hâlâ öyle. Belki de çok uzun boylu olduğum için küçücük, çok kadınsı saatler takmam.
Bugüne kadar pek çok markayla çalıştınız...
- Evet, bu tür projeler hoşuma gidiyor. Benim tenis dışında da tutkularım var: Tasarım, moda, stil. Daha doğrusu yaratıcı işler ilgimi çekiyor. İnsanlara ilham verecek projelerde yer almak hoşuma gidiyor. Bu, TAGHeuer için de olabilir, Nike için de. Tenis oynayıp eve ya da otele döndükten sonra, bana oyalanacak başka şeyler gerekiyor.
Gelecek planlarınızda ne var?
- Şimdilik tenise devam. Bir de, şiddetli bir şekilde anne olmak istiyorum. Aile kurmak benim için önemli, onu asla pas geçemem.
İnsanlar sizin sadece yeteneğinize, azminize değil, güzelliğinize de hayran...
- Olabilir. Bu kabul edildiğim, onaylandığım anlamına geliyor. Ama hayat da devam ediyor, sürekli ortalıkta, "Biliyor musunuz, ben şunu şunu başardım!" diye dolaşacak halim yok. Benim hayatta bir amacım vardı, hedefe kilitlendim, çok çalıştım ve başarılı oldum. Ama başarmak kadar, o başarıyı sürekli kılmak da zordur. Hatta daha zor. Hâlâ deli gibi çalışıyorum. Onun dışında ben gayet normal bir insanım, kimseden bana altın tepside çay, kahve sunmalarını filan beklemiyorum.
İMALI SEKS SORUSU
Kortlarda bağırıyorsunuz...
- Evet...
İnsanlar da buna bayılıyor...
- Öyle mi?
Evet. Kortta attığınız çığlıkları başka bir yerde attığınız çığlıklarla kıyasladıklarında, bu tür geyik yaptıklarında sinir oluyor musunuz...
- Bakın, ben gerçekten sadece yaptığım şeyle ilgiyim. Tenise başladığımdan beri, o çığlıkları atıyorum. Benim için doğal, kim ne isterse düşünebilir...
Gelelim İstanbul'a...
- Pek çok yer gördüm dünyada, İstanbul hiçbir yere benzemiyor. Çok heyecan verici. Resmen büyülendim. Ama o kadar büyük ki, bir-iki seferde keşfetmeye olanak yok. Turnuvanın burada olması beni çok mutlu etti, keşke şu sakatlık da olmasaydı. Biliyorsunuz nişanlım da burada yaşıyor, o yüzden biraz erken geldim.
İnsanlar bana, "Bu kadar iyi bir tenisçinin aynı zamanda bu kadar güzel olması haksızlık değil mi!" Lütfen bunu da sorar mısın ona dediler...
- (gülüyor) İnsanların aklından geçenleri kontrol edemem. Ama normal karşılıyorum. Benim hakkımda tenis dışındaki şeyleri de hep merak ettiler. Özel hayatımı, sevgilimi merak ettiler. Normal. Yapacak bir şey yok. Ama verecek cevabım da yok.
Nişanlınız burada olduğuna göre demek ki sizi İstanbul'da daha sık görebileceğiz...
- Evet kesinlikle. Bir sürü görmeye fırsat bulamadığım yer var, mesela Kapalıçarşı. Kapalıydı. Bebek'e gittim, çok sevdim. Bir de çay geleneğinizi çok sevdim. Bizde Rusya'da da vardır.
Son soru: Nişanlınızla evlenecek misiniz?
- Evet. Hep nişanlı kalacak halimiz yok. Tarihi de belli. Ama o tarihi bir gazeteciye söylemeyeceğim!
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.